Okul Bitti, Kariyer Zamanı...
Süper Lig’in 2015-16 sezonu şampiyonu hakkında bir şeyler yazacaksak ilk paragrafa bu sezon başından giremeyiz. Biraz daha
gerilere, Temmuz 2012’ye kadar gitmemiz gerekiyor. Hatta daha açık bir tarih verelim: 11 Temmuz 2012’den, Beşiktaş’ın iki
yeni transferinin verdiği bir video röportajdan başlayalım.
Oyunculardan bir tanesi şöyle başlıyordu o röportaja: “Merhaba, ben Oğuzhan Özyakup. Arsenal’den transfer oldum. Orta
sahanın ortasında, öne doğru oynuyorum. Gol pası, ara pas, uzun pas… Pas yapmayı çok severim.” Sonra mikrofonlar diğer
oyuncuya uzanıyordu: “Adım Olcay Şahan, Almanya’dan geldim. Çok çalışan bir futbolcuyum. Orta sahanın her yerinde
oynayabiliyorum. Elimden gelen her şeyi ortaya koyacağım. Önce Beşiktaş’ta, ardından Milli Takım’da oynamak istiyorum.”
İki sezon önce büyük ücretler ve beklentilerle transfer edilen Ricardo Quaresma, Guti Hernandez, Simao Sabrosa, Manuel
Fernandes, Hugo Almeida gibi oyuncularla gelmeyen sportif başarıyı cüzi ücretler karşılığında getirilen ve kendilerini
taraftarlara tanıtma ihtiyacı hisseden bu iki oyuncu mu getirecekti?
Oğuzhan ve Olcay’ın başrolünü oynayacağı Samet Aybaba yönetimindeki 2012-13 sezonunda da Beşiktaş, ligi rakipleri
Galatasaray ve Fenerbahçe’nin gerisinde üçüncü bitirmekten kurtulamadı. Takım o sezon çok gol attı, çok da gol yedi. Yine
de zevk verdi, sempati uyandırdı ve “Feda” döneminde yapılan bu iki transfer, Beşiktaş’taki değişimin ilk işaretleri oldu.
Ardından futbol direktörlüğüne Önder Özen, teknik direktörlüğe de Slaven Bilic getirilirken, Oğuzhan ile Olcay’a da yeni
takım arkadaşları eklendi. Bu sefer kendilerini taraftarlara tanıtma sırası Gökhan Töre ve Kerim Frei’daydı. Atiba
Hutchinson diye, Beşiktaş scout’larınca üç defa olumsuz rapor verilen bir oyuncu da Bilic’in ısrarlarıyla Antalyaspor’un
elinden alındı.
Bilic, ilk sezonunda çok gol atan ama çok da gol yiyen Aybaba’nın takımına öncelikle daha az gol yemeyi öğretmeye çalıştı,
bunda başarılı da oldu. Fakat lig sonunda Beşiktaş yine Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ardından üçüncü sıradaydı. Üstelik
ligi şampiyon bitiren Fenerbahçe o sezon cezalı olduğundan, ikinci olup Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan gitme fırsatı da elden
kaçırıldı.
Üçüncü sezon başında Özen futbol direktörlüğü görevinden istifa etti fakat isimler değişse de Beşiktaş, Temmuz 2012’de
girdiği yoldan devam etmeye çalışıyordu. Önce kiralık Gökhan Töre’nin 4,5 milyon avroya bonservisi alındı. Ardından sezon
başı Cenk Tosun, devre arasında da Tolgay Arslan olmak üzere iki önemli değer daha kadroya dahil edildi. Oğuzhan ile
Olcay’ın arkadaş çevresi genişliyordu. Üstelik bu sezon kadroya Demba Ba ve Jose Sosa gibi iki isimli transfer de
yapılmıştı.
Takım özellikle Avrupa’da çok başarılı maçlar oynadı. Önce Şampiyonlar Ligi play-off’unda Arsenal’i elinden kaçırdı,
ardından Avrupa Ligi gruplarında Tottenham’ı altına aldı, bir sonraki turda da Liverpool’u eledi. Dahası; ligde de 30’uncu
haftaya kadar liderdi. Fakat sezon bittiğinde elde edilen lig sıralaması yine üçüncülüktü. Bir diğer kötü tablo da iki
sezonda derbilerde bir galibiyet dahi alınamamasıydı…
Çivi çiviyi söker
Sezon sonunda Bilic’le yollar ayrılırken, Hırvat teknik adam da yeni takımı olarak West Ham United’ı seçti. Peki şimdi ne
olacaktı? Acaba Oğuzhan, Olcay ve arkadaşlarıyla da mı olmayacaktı bu iş? Ne yapılmalıydı? Beşiktaş yönetimi, üç sezondur
iyi oynayan ama bir türlü sonunu getiremeyen takımın başına, kariyeri boyunca “sonunu getirememiş” bir teknik direktörü,
Şenol Güneş’i getirme kararı aldı. Bu açıdan bakıldığında evet, pek akılcı bir tercih gibi görünmeyebilir ama madalyonun
kuşkusuz öbür yüzü de vardı.
Senol-Güneş
Birincisi; son 20 yılda Beşiktaş’ın bile girmekte zorlandığı Galatasaray ile Fenerbahçe’nin ikili rekabeti arasına
Trabzonspor’u iki defa sokabilmiş, şampiyonluğu kıl payı kaçırmış, bir önceki sezon Bursaspor’la ligin en çok golünü atmayı
başarmış ve kupa finali oynatmış bir teknik direktöre “kaybeden” yakıştırması yapmak hiç adil değildi. Ki aynı zamanda o
teknik direktör, ülke futbol tarihinin en büyük sportif başarısı olan dünya üçüncülüğünü de getirmişse!
İkincisi; Güneş sadece yarışmacı kimliğiyle değil, oynattığı takımların izleyenlere her zaman zevk vermesiyle ve “Bitti,
kayboldu” gözüyle bakılan oyuncuların yıldızını yeniden parlatan eğitici kimliğiyle de değerlendirilmeyi hak ediyordu.
Beşiktaş’ta da parlatılmayı bekleyen birçok değer vardı. Yani Beşiktaş için Şenol Güneş, Şenol Güneş için de Beşiktaş doğru
adresti!
Tecrübeli teknik adam gelir gelmez elindeki golcüsü satıldı. Geçtiğimiz sezon 27 gol atarak fenomen olan Demba Ba’ya
Çin’den 13 milyon avroluk bir teklif geldi, yönetim de bunu değerlendirme kararı aldı. Güneş, yerine istediği oyuncunun
tarifini “Sırtı dönük oynamayı bilen, güçlü bir 9 numara istiyorum” sözleriyle yaptı ve yönetim de hiç vakit kaybetmeden bu
tarifi dünya üzerinde karşılayan en iyi 9 numaralardan biriyle anlaştı. Fiorentina’da sakatlıklarla dolu kayıp iki sezon
geçirse de Güneş’in elinden hiçbir golcünün kurtulamayacağı inancıyla Mario Gomez kiralandı.
Sol beke Gençlerbirliği’nden Dusko Tosic, stopere Gremio’nun kaptanı Rhodolfo, sağ beke Hoffenheim’ın kaptanı Andreas Beck
transfer edildi. Bu transferlerle takımın ihtiyacını duyduğu tecrübe açığı da kapatılmış oldu. Ardından sürpriz bir kararla
Ricardo Quaresma da takıma geri döndürüldü.
Veli out, Oğuzhan in
Tüm bu isimlere rağmen Güneş, esas transferleri kadro içinden yapacaktı. Sezon başında ciddi bir sakatlık geçiren Tolgay
ile omzundan ameliyat olan Veli’nin uzun süreli sakatlıkları dolayısıyla herkes yana yakıla bir orta saha transferi
bekliyordu. Hatta Liverpool’un o dönemki menajeri Brendan Rodgers izin verseydi yapılacaktı da! Lucas Leiva, Beşiktaş’ın
kapısından döndü. Hayırlısı da oldu…
Bilic’in çift defansif orta sahalı düzeni, Lucas’ın son anda yatan transferiyle ortadan kalktı. Şenol Güneş, geçtiğimiz iki
sezon Atiba’nın yanında adını ezberlediğimiz Veli’nin yerini pekala Necip’le doldurabilirdi ama bunu yapmadı. Kanadalı’nın
yeni ekürisi, Bilic’in Sosa’nın alternatifi olarak gördüğü Oğuzhan oldu.
Gerek altyapısını aldığı AZ Alkmaar’da, gerekse de Arsenal’de 8 numara olarak yetiştirilen Oğuzhan, nihayet Güneş’in elinde
asli pozisyonuna rücu ettirildi. Güneş nasıl Trabzonspor’da merkez orta sahayı oyunun iki yönünü de oynayabilen Selçuk-
Colman ikilisiyle oluşturduysa, nasıl Bursaspor’da Ozan-Belluschi orta sahasıyla oynadıysa, Beşiktaş’ta da Atiba-Oğuzhan
ikilisini takımın en kilit oyuncuları haline getirdi. Haftalar ilerledikçe Atiba, Oğuzhan’laştı; Oğuzhan da Atiba’laştı!
Atiba ligin kaleciler haricinde en çok sahada kalan (3.003 dakika), en çok topla buluşan (2.599), en çok isabetli pas atan
(2.004) ve en isabetli pas yüzdesine (yüzde 93) sahip oyuncusu olurken, Güneş’in sihirli elinin değdiği Oğuzhan ise kısa
süre içerisinde takımın saha içi patronluğunu eline geçirdi. Öyle ki; geçtiğimiz sezon ligde 25 maça çıkıp, ortalama 48
dakika sahada kalan, iki gol atıp beş asist yapan, 25 de kilit pas veren Oğuzhan, bu sezon 30 maçta ortalama 83 dakika
sahada kalırken, dokuz gol ve yedi asistinin yanı sıra 68 kilit pas verdi. En önemlisi ise rakiplerin en sıkı durdukları
oyunun üçüncü bölgesinde 609 isabetli pas vererek bu alanda da ligin lideri olmayı başardı. Kısacası; Beşiktaş’ın orta
sahasında top rakipteyken Claude Makelele’si, top ayağındayken de Zinedine Zidane’ı var gibiydi!
Her alanda lider Beşiktaş
Bilic’le iki sezon boyunca rakibin oyununu bozup rakibi hazırlıksız yakalayarak ani hücumlarla gole gitmek isteyen siyah-
beyazlılar; Güneş’le birlikte artık önlem alan değil, önlem alınan bir takım hüviyetine kavuştu. Beşiktaş bu sezon ligde
oynadığı 34 maçın 29’unda rakibinden daha fazla topa sahip olmayı başardı. Hücum bölgesinde en fazla isabetli pası bulunan
takım oldu (3.566). En fazla asist yapan takım yine Beşiktaş’tı (52). En yüksek şut yüzdesine sahip olan (yüzde 52,5) ve
ceza sahası dışından en fazla gol bulan takım da onlardı (15). Çoğu zaman kısa ve seri paslarla topla kaleye de girdiler,
sık sık kaleyi gördüğü yerden çekinmeden de vurdular…
Güneş’in sadece antrenmanlarda hücum organizasyonlarını çalıştıran, maçlarda bulunan gol pozisyonlarında inisiyatifi
oyuncularına bırakan özgürlükçü tavrı, Beşiktaş’ın pozisyonları gole çevirme yüzdesine de yansıdı. Yüzde 19,2’lik gole
çevirme yüzdesiyle bu sezon ligin zirvesinde yer aldılar. Diğer yandan Güneş, Bilic’in takıma kattığı pozitif
alışkanlıkları değiştirmeyerek de kuşkusuz çok doğru bir iş yaptı. Nitekim Hırvat teknik adam döneminde ligin kontratağa en
iyi çıkan takımı olan siyah-beyazlılar, bu sezon da Süper Lig’in hızlı hücumlardan en fazla gol bulan takımı oldu (7).
Peki bütün bunlar sadece Atiba-Oğuzhan ikilisi sayesinde mi oldu? Aslan payı bu ikiliye ait olsa da elbette hayır.
Özellikle ligin ilk yarısının sonlarından itibaren Sosa da bu ikiliye muazzam eşlik etti. Geçtiğimiz sezon beş gol ve sekiz
asist yaparak toplam 13 gole katkıda bulunan Arjantinli, bu sezon yedi gol ve 12 asistle 19 gole direkt etki etti. Bu 12
asistinin altısını Gomez’e yaparak (bir başka deyişle Gomez’in gollerinin yüzde 23’ünün hazırlayıcısı olarak) Alman
golcünün de yeniden hayata dönmesinde birincil rol oynadı.
Tıpkı Beşiktaş’ın tarihindeki bir diğer Alman golcü Stefan Kuntz gibi, Beşiktaş’ta gösterdiği performansla yeniden Alman
Milli Takımı’na seçilen Gomez sadece gol atmadı, Bayern Münih’te edindiği “winner” karakterini de ortaya koydu. Öyle ki;
Gomez ligde attığı 26 golle Beşiktaş’ın bir sezonda en fazla gol atan yabancı futbolcusu olmanın yanı sıra, bu gollerle hem
iki sezondur derbi kazanamayan takımına üç derbi galibiyeti, hem de toplamda 27 puan kazandırdı.
Güneş’in takıma kattığı özgüvenin bir diğer göstergesi de Beşiktaş’ın maçlarda çoğunlukla ilk golü atabilmiş olmasıydı.
Siyah-beyazlılar bu sezon Süper Lig’de oynadığı maçlarda 28 kez ilk golü bulan taraf oldu ve bu maçların 25’ini kazanmayı
bildi. Skor olarak geriye düştüğünde de hem takım sahada pes etmedi, hem de Bilic’in en çok eleştirilen oyuna
müdahalelerindeki başarısızlığı Güneş’le birlikte tersine döndü.
Pektemek out, Tosun in
Geçtiğimiz sezon Bilic’in, Demba Ba’nın arkasında daha çok Mustafa Pektemek’i tercih etmesi çok eleştirilmişti. Güneş ise
Bilic’ten farklı olarak Cenk Tosun’u ikinci santrfor olarak kullandı, sonucunu da aldı. Bu sezon yedekten gelen
oyuncularından 19 gollük (11 gol, sekiz asist) bir katkı alarak bu alanda da ligin zirvesinde yer alan siyah-beyazlılarda
bu 19 golün dokuzunda Cenk’in imzası vardı. Aynı zamanda Cenk de sonradan oyuna dahil olduğu 26 maçta beş gol atıp dört
asist yaparak, kulübeden skora en fazla katkı veren oyuncu oldu.
Tüm bunların sonucunda da geçen sezonu 55 golle tamamlayan Beşiktaş, bu sezon henüz 25’inci haftada bu sayıya ulaştı.
Görünen o ki; Güneş, Beşiktaş’ın başında olduğu müddetçe siyah-beyazlılar bu ligde 70 golün üstüne her türlü çıkabilecek.
Yeter ki 20-25 gol arası gol yiyecek bir savunma hattı kurulabilsin. Beşiktaş önümüzdeki sezonlarda bunu başarabilirse,
yeni stadında Şampiyonlar Ligi müziğini daha çok duyacaktır!
Neler atlatıldı?
Peki Beşiktaş adına her şey bu kadar iyi mi gitti? Hiç mi olumsuz şeyler olmadı? Olmaz mı! Elbette sezon içinde birçok
kırılma anı da yaşandı. Örneğin; Lizbon deplasmanında, tıpkı geçtiğimiz sezon Club Brugge’e elenildiği maçta olduğu gibi
Tolga Zengin’in bireysel hataları öne çıktı ve Avrupa Ligi’ne veda edildi. Akabinde çıkılan Galatasaray derbisinde ise
Tolga yerini Günay Güvenç’e bıraktı, ama maç boyu üstün olan Beşiktaş, Günay’ın orta sahaya kadar çıkıp uzaklaştırmak
istediği topu ıska geçmesi sonucunda Wesley Sneijder’in ayağından gelen golle bir anda geriye düştü. Hemen ardından
Gomez’in golü gelmeseydi ve o maç bir kaleci hatasıyla daha kaybedilseydi, takım bir anda kendisini büyük bir krizin içinde
bulabilirdi.
Performans dalgalanmalarının yaşanmadığı da söylenemez. Güneş takımdaki hemen her oyuncunun performansını yukarı çekerken,
mesela Gökhan Töre’de bunu başaramadı. Bilic’le iki sezon boyunca takımın en kilit oyuncularından olan Töre, bu sezon çok
az katkı verebildi. Hatta sakatlık sorunu da yaşadığı ligin ikinci yarısında formayı bile unuttu. Bu sırada yerine ilk 11’e
geçen Quaresma ise takımın ana planından sık sık çıkış yapmasına neden olsa da oyun olarak geriye gidilen maçlarda da bir
şekilde kazanmanın yolunu buldu Beşiktaş.
OLİMPİYAT'TA BİN 690 GÜN SONRA GELEN ZAFER BEŞİKTAŞ, SÜPER LİG’İN 15. HAFTASINDA SAHASINDA KARŞILAŞTIĞI GALATASARAY’I 2-
1’LİK SKORLA GEÇEREK BİN 690 GÜN SONRA SARI-KIRMIZILI TAKIMA KARŞI ZAFER ELDE ETTİ BEŞİKTAŞ’A GALİBİYETİ GETİREN GOLLERİ
GOMEZ VE GÖKHAN TÖRE KAYDETTİ
Ya da devre arasında Ersan Gülüm’ün 7 milyon avro bonservis bedeliyle Çin’e satılması ve ardından oynanan Gaziantepspor
maçında Rhodolfo’nun sakatlanarak sezonu kapatmasına ne demeli? Siz hiç şampiyonluğa giden bir takımın devre arasında iki
stoperinin birden değiştiğini hatırlıyor musunuz? Hatırlayamazsınız çünkü böyle bir şey hiç olmadı! Beşiktaş bunu da yaşadı
ve ligin ikinci yarısını yeni iki stoperi Marcelo-Alexis’le, zaman zaman da Necip Uysal’la ve özellikle lig sonunda büyük
katkı veren Tosic’le geçirdi.
Sadece bu kadar mı? Beşiktaş’tan bahsediyoruz, lütfen! Siyah-beyazlılar ilk yarısını lider kapattığı ligin ikinci yarısının
ilk maçında önce Mersin İdmanyurdu karşılaşmasını, ardından da gittiği Trabzonspor deplasmanını yoğun kar yağışı nedeniyle
oynayamadı ve tam bir buçuk ay boyunca lig maçına çıkamadı. Bu arada maçlarını oynayan ve kazanan Fenerbahçe’nin de 5 puan
gerisine düştü. O dönemde psikolojik olarak güçlü durulamasaydı, bugün Beşiktaş adına trajik bir sezon öyküsünü daha
yazıyor olabilirdik.
Mutlu son mu, bu daha başlangıç mı?
Beşiktaş, bir takımın başına gelebilecek her türlü olumsuzluğu yaşasa da hepsini bir şekilde atlatmayı bildi. Geçtiğimiz üç
yılda yapamadığı ne varsa yaptı çünkü bu sene Beşiktaş’ın mezuniyet yılıydı. Dört senelik fakülte bitmiş; artık hayata
atılma, kariyer yapma zamanı gelmişti. Spor yazarı Uğur Meleke’nin deyimiyle “Şenol Güneş Üniversitesi”, kampüsünü en doğru
zamanda Ümraniye’ye açmıştı. Bu sayede Beşiktaş yedi senelik şampiyonluk hasretine son verirken, Güneş de aslında çoktan
hak ettiği lig şampiyonluğu apoletini ilk defa takabildi.
Tabii ki her şampiyonluk özeldir ama bu, Beşiktaş’ın en özel şampiyonluğu. Evet, 1981-82 sezonunda 15 yıl sonra kazanılan
şampiyonluk da çok özeldi; 100’üncü yılda 85 puanla, puan rekoru kırılarak kazanılan şampiyonluk da; 1991-92 sezonunda üst
üste üçüncü defa, hem de namağlup olarak elde edilen şampiyonluk da… Ama bu en özeli çünkü bu şampiyonluk, “namabet”
şampiyonluk!
Siyah-beyazlıların altın çağı olarak gösterilen 1989-1992 yıllarından önce üst üste üç senelik bir ikincilik dönemi vardı.
Yine üç senelik bir üçüncülüğün sonunda gelen bu şampiyonluk alelade bir başarı mı, yoksa Beşiktaş için yeni bir altın
çağın müjdecisi mi? Metin-Ali-Feyyaz ile Oğuzhan-Töre-Olcay arasında veya Gordon Milne ile Şenol Güneş arasında Neşet
Ertaş’ın o harikulade deyişindeki gibi gönülden gönüle giden gizli bir yol var mı, bunu önümüzdeki sezondan itibaren hep
birlikte göreceğiz….
Alıntı: FourFourTwo - Onur Özgen
Güzel yazı