Daha önceleri yine birkaç iletimde belirtmiştim. Sanat içerisinde herkesin memnuniyeti diye bir kavram yoktur (müzik, resim, heykel, diğer sanatlar vs.).
Yalnız özellikle müziğin ciddi bir matematiği bulunmaktadır.
Ben normalde teknik işlerle ilgilenen bir mühendis olsam da, çok uzun bir süredir davul (daha çok kullanılan tabirle bateri) çalıyorum. Müziği, ritmi ve bunların insanları yönlendirme becerisini hem deneyim hem de bilimsel olarak iyi bildiğimi düşünüyorum. Öncelikle şu iki konuda hemfikir olmamız lazım:
1 – Oyuncularımızın yarısı Türkçe bilmiyor.
2 – Bir bütünlük içerisinde ise şayet müzik mi sözler mi? Bu dünya üzerinde çok sorulan ama fazla tartışılmayan ve cevabı bilimsel olarak verilmiş bir sorudur. Hem bu konu için hem de başka şeyler için bu karşılaştırmaya ihtiyacı olan arkadaşlar google akademik veya normal arama olarak music vs lyric diye aratıp bilgilenebilirler. Bu kısım için yeterli olacak argüman:
‘’ The music is the foundation. It is 50% of the equation on paper. But it's the music that gives you things like feel, rhythm, dynamic, melody and atmosphere. Music lifts the words off the page!
There are many songs with such great music they can allow a weaker lyric. But if you pair a great lyric with weak music, it won't have a chance. ‘’
Şimdi gelelim ilk kısma. Giriş müziği:
Kolay kolay dünyanın hiçbir takımı giriş müziği olarak kendi marş vs. lerini kullanmazlar. Çünkü kabul edelim ki takımlar için yapılan marşların neredeyse tamamı müzik olarak çok kalitesizdir. İsteyen haydi kalk ayağayı söz kanalını kapatarak müzik olarak dinleyebilir. Hatta bu parçanın özellikle intro ritmi ve armonisi sizi motiveden daha çok, hüzüne, haksız kaybedişlere, geçmişin muhasebesine, herşeye rağmen mutlu olabilmeye götürür. Benim en sevdiğim marşlardan biridir. Orası ayrı. Fakat 'haydi kalk ayağa' geleceğe dair bir umut, bir heyecan, bir birliktelik oluşturmaz. Geçmişe dair bağlarını kuvvetlendirir. Önemli bir 90 dakika öncesi çalınması, en hafif tabirle büyük bir bilimsel hatadır.
Velhasılı kelam: Benim hem ritm, hem ambians hem de Beşiktaş ruhu için bir sürü önerim var. Fakat Beşiktaş’a en oturacağını düşündüğüm giriş müziği şudur:
Elbette benim seçtiğim olmalı diye bir direncim yok. Fakat seçen insanın veya insanların matematiği, müziği ve psikoloji yönlendirmeyi benden daha iyi bilmesini isterim. Bunu ukalalık olarak addetmeyin ama, mücadele olan bir ortamda, mücadeleden önce giriş müziği olarak 'haydi kalk ayağa' seçimini yapan insanla ben ne müzik, ne matematik ne de insan psikoloji konusunda tartışırım. Bu arkadaşımız güzel bir insan olabilir, çok güzel bir insan olabilir, duygusal ve benden daha iyi bir taraftar bile olabilir, diğer bütün konularda benden daha yetenekli de olabilir. Fakat işler ehillerine tevdi edilmelidir. Şu ana kadar stadlarımızda uygulanan bütün işitsel enstrümanların, işlerinde yeterli bilgi ve hassasiyeti olmayan insanlar tarafından yönetildiğini görmek üzücü.
Bu veya benzer tarzın Beşiktaş'a uygun olmasını düşünmemdeki ana etken ise: Müzik ve ritmdeki eğlence ve birliktelik duygusudur. Beşiktaş rakiplerini korkutarak veya ezerek değil, kendi olduğu - oyunundan keyif aldığı sürece başarılı olan bir takımdır. Ne zaman büyüklük, başarı hırsı, masa oyunlarına çekilirse hem haksızlığa uğramış hem de başarılı olamamıştır. Ben zaten haksız kazanacağım her başarının karşısındayım. Hakemi baskı altına almak emin olun en çok Beşiktaş'a zarar verir. Bizim öyle bir yeteneğimiz yok. Bu yeteneği suni şekilde geliştirirken bazı şeyleri psikolojik olarak kaybetmek durumundasınız. Bütün maç boyunca hakemi baskı altına almaya oynayan ve bu konuda kendilerine 'haksız' çıkar sağlamanın iyi taraftarlığın gereği olduğunu düşünen arkadaşlarım varsa rica ederim bir daha düşünsünler. Hakemi manipüle edebilen taraftarların Rıdvanları olur, Alexleri olur, Hagileri olur, Sneiderleri olur. Olur babam olur. Fakat Metin-Ali-Feyyaz'ları olmaz. Manipülasyon kişisel çıkarlar için yapılan algı oyunudur. Sen bu oyunları tribünde oynarken, sahadaki adamların 'birlikte' olmasını bekleyemezsin. Onun için Beşiktaş birlikteliktir. Bu yüzden Metin kadar Feyyaz, Feyyaz kadar Recep, Recep kadar Ulvi, Ulvi kadar Şifo bilinir. Biz futbolu kişiselleştirip-savaş alanına çevirmedikçe bizimle herhangi bir takım branşında devasa maddi farklılıklar olmadıktan sonra yarışabilecek Türkiye'de herhangi bir kulüp yok. Üstümüze gelmelerinin nedeni bu. Boşverin. Oturmayın onların masasına. Şike - hakem - takım ayarlama - teşvik... konuşmayın bile. Bunda utanılacak ya da üzülecek bir durum yok. Biz o savaşların döndüğü masadan hep mağlup ayrıldık. Ben tüm bu mağlubiyetleri de onur addettim. Benim derdim rakip, onun büyüklüğü, onu ezmek, sahaya gömmek, öttürmek falan değil. Benim derdim sevdiğim birkaç tane çocuğun, bizi de sevindirerek mücadele etmesi. Ben yetenekli gençlerin gözündeki ışığı, arzuyu seviyorum. Aynı ışığı yanımda duran tanımadığım abimde, kardeşlerimde, ablamda da gördüğüm için Beşiktaşlıyım derken gözlerim parlıyor.
Sesi kısık, gözü yaşlı zaferlerimiz için..
Dönüyoruz!