Mesela "chatlak" isimli fanzin yazarı bi arkadaşın şöyle bi anısı var; ben tebessümle karışık hüzünlendim doğrusu:
”Ah o 101 yok mu!
1991 yılında, Burhan Felek Stadyumu’ndaki ‘seçmeler’e babamla gitmiştik. Çengelköy’de Halk Otobüsü’ne durak harici binmiş, şoför biraz hızlı hareket edince de kavganın eşiğine gelmiştik. 10-11 yaşındayım daha. İtiş kakış olunca biraz ürktüm ve bir sonraki durakta huzursuzluk içinde indik otobüsten. Sonra başka bir otobüs ile Burhan Felek’e vardık.
Bagajdan çıkan formalarSerpil Hoca oynadığım takımda ilk beni seçti. Seçmelere katılmış, en başlarda da seçilmiştim. Mahalledeki arkadaşlar pek inanmasa da, umurumda değildi. Çok da anlamlandıramamıştım zaten. Sonra birkaç ön seçim daha yapıldıktan sonra binlerce ‘minik’ arasından ilk 50’ye kal- mıştım. Artık antrenmanlar Fulya’nın toprak sahasında ve kışın soğuğunda olacaktı!
Ama ondan önce Fulya’ya bir Tempra mı, yoksa ona benzer bir araba mı ne yanaştı. Bagajını bir açtılar, yepisyeni formalar. Ama böyle gri gibi, alacalı, ilk kez gördüğümüz cinsten. Sanırım PSV ile maçımız vardı ve ilk kez o maçta giyildi o formalar. Elendik sonra. Forma- ları sevmemiştim zaten.
Koş Mustafa koş!
Kar, yağmur, boran derken ulan nasıl kış o mevsim. Ev zaten Çengelköy’ün ara sokaklarında. Ufacık adamım. Adımlarım ufacık. Merkeze yürü 20 dakika, oradan 101’e (Beykoz – Beşiktaş) bin (çift bilet bi’ de) korka korka. Zaten köprüden geçerken gözlerimi kapatıyorum. Tamam, hafta sonları babamla gidiyorum da ya hafta içleri! İn Beşiktaş’ta, koştur Allah Fulya’ya. Ne? Yine geç kalmışım. Ceza için turla toprak, yok toprak da değil bildiğin kum(!) sahada. Neşet Hoca arkandan bağırsın dursun! Kramponların altı dolsun kumla, gittikçe ağırlaşsın. Ulan bir saat önce otobüs sıcacıktı be! Şimdi su, çamur, soğuk bir de koş Mustafa koş!
Sırılsıklam halde yürü Beşiktaş’a o yorgunlukla. Külçe gibi çanta, peh! 101’e bin ama kesin ayakta. Çift bilet (akbil değil, bilet) yolla alevli kutuya, Çengelköy’de in, eve koş, cep telefonu falan ne gezer… Yıkan, giy formanı, sırtında koca çantayla bu sefer de doğruca ortaokul için Beylerbeyi Lisesi’ne. Hafta içi en az iki gün böyle.
Sonra 101’den nefret ettim ben, Allah belasını versin o 101’in. Nasıl bela okuduysam hattı kaldırdı İETT. Bu arada ben de Beşiktaş’ta bir pastane keşfettim. Antrenmanlar tüyüyordum ve o süre boyunca süt, poğaça, uyuk- lama takılıyordum. Kapı önündeki su birikintisinde de formayı ıslatıp, çantaya tıkıyordum (“annem anlamasın” stayla). İşte sevgili fanzin o Aralık ve Ocak gün- leri geçmek bilmedi bana. Hafta sonları babama “sizin oğlan niye gelmedi” serzenişleriyle ebeleniyor ve Karakartal hikâyemin de yavaş yavaş sonlarına doğru geliyordum.
Bako ve Metin penaltı yarışması!
Hatırladığım çok güzel iki anım var ama… Son antrenmanların birinde, aman Allahım nasıl bir güneş, nasıl bir hava! Ocak ayında adeta bahara doğru koşuyoruz. Kaleci Bako ve Metin penaltı atışıyorlar, geçtik tribüne (tribün dediğin Şan Ökten’in üç sıra merdivenleri işte) izliyoruz. Kazanan Bako, yalandan bize koşuyor! Heyecana bak lan! Alkışlar falan…
Hatırladığım son antrenmanımın sonunda da Ali (Büyük olan) geldi yanımıza (tam yanımıza değil, tel örgü var aramızda). “Siz” dedi, “Siz geleceği olacaksınız bu takımın, çok ama çok çalışın”. Ben bi’ bok olamadım, muhasebeci oldum ola ola!
Sonra bitti maceram, tam bir hafta sonra, mahallede arkadaşlarla koşturu- yorum, dilimde de spikerden efektler “Metin girdi, Metin ilerliyor, vuracak…” falan. Eve geldim, kan ter içinde. Baktım babam gazete okuyor, baksana dedi uzattı gazeteyi. “Beşiktaş Teknik Direktörü Gordon Milne, futbolcuları toprak sahada çalıştırdı. O esnada toprak sahada çalışan minik takımsa çim sahada antrenman yaptı. Beşiktaş miniklerinin bu jest karşılığında mutluluğu görülmeye değerdi!”
Ah 101! Ah ulan hayat, Fener’e bir gol atma fırsatı vermedi bana (hayat verdi de, sen soğuktu da gitmedin lan!).
“