Dettmann ayrılığın ardından ilk kez konuştu 10 Kasım 2015
Beşiktaş’ın yollarını ayırdığı Henrik Dettmann, Türkiye’de yaşadıklarıyla ilgili uzun bir makale kaleme aldı.
İngiliz şair Robert Frost , iki yolun kolaylıkları ve zorluklarıyla ilgili bir şiir yazmıştı. Özellikle şiirin son mısraları bilindik hale geldi.
“Bunu iç çekişle söylüyor olacağım
Bundan yıllar yıllar önce bir yerlerde
Ormanda iki yol ayrılıyordu
Ben birinden daha az yol alıp döndüm
Ve bu her şeyin cevabıydı “
Bu şiir, geçtiğimiz Şubat ayında, ben Amerika’da Fin milli takımı oyuncularını gözlemlerken, Beşiktaş sportif direktörü Yiğiter Uluğ bana mail gönderdiğinde gerçekleşti.
Muhtemelen bunu sadece Robert Frost çözdü ki, ben Amerika’dan Finlandiya’ya döndüm ama Türkiye yolculuğuna devam ettim.
Yiğiter Uluğ’un ilk isteğine basketbol milli takımındaki sorumluluklarım nedeniyle hayır dedim, Olimpiyat komitesi ve küçük bir çocuk babası için yoğun bir kulüp antrenörlüğü işini birleştirmek neredeyse imkansız görünüyordu.
Yine de iki liderlik işini birleştirme fikri sadece profesyonel olarak değil, ama aynı zamanda eğlenceli ve medeni olarak cazip bir seçenek gibi duruyordu. Bu yüzden 5 yıllık bir aradan sonra tekrar kulüp koçluğunu denemeye karar verdim.
O anda milli takımın maçları, kulüp sezonu başlamadan önceki erken son bahar dönemine yerleştirildi. Bu nedenle, milli takım antrenörlüğüyle bana bir kariyer ve tutku bırakan yeni bir işi birleştirmek mümkün olmuştu.
Bahar, son mücadelenin başlangıcıydı. Kilit oyuncular sakatlık acısı çekiyordu ve kulüp para az olduğu için cimriydi. Ama her maçı bıçak boğazımızda oynadık. Ancak sonuna kadar playofflara kalabileceğiz gibi görünüyordu. Ne yazık ki bu olmadı. Son turlardaki maçları, yıldız farkıyla süslemeye muhtaç olduğumuz dönemlerde işler ters gitti.
Takımın arka arkaya 7 maç kaybedip, koç değiştirmesinden önce matematiksel olarak 5-5 hâlâ mümkündü. Türkiye’nin en eski kulübünün playoff başarısızlığı çok ağır bir darbeydi ve sorumlular hemen devreye girdi. Ben bir ayrımla karşılaşmadım çünkü batan gemi olarak adlandırılan şeyde, antrenör arkadaşım Lassi Tuovin ile birlikteydim, her ne kadar mürettebatın maaşı ödenmemiş olsa bile. Ancak Yiğiter bu durumun ona düşen sonuçlarını çekti. Yiğiter’in gidişi benim sandalyemin altına bir saatli bomba itildiği anlamına geliyordu.
Daha önce bu durumda bulunmuştum. Alman milli takımının koçuyken, federasyon başkanıyla final aşamasında çok kötü çatışmalar oldu ve beni hemen kovabilirlerdi. Böylece Dünya şampiyonasında bronz madalyayı kazanamazdık. Şimdi tek kurtuluşumun başarı olduğunu biliyordum.
Sezon serisi Türkiye’de Ekim başında başladı. İlk maç için yola çıkmadan önce takımla 3 hafta kadar bir zamanım vardı. Sezon bittiğinden beri milli takımla Avrupa Şampiyonası için Fransa’da olduğum için yıpranmıştım.
Hazırlık süresinin çok kısa olduğunu biliyordum. Bu yüzden takımda geçen sezonki ana oyuncuları tutmak istedim ama kulüp hâlâ oyuncularla ödenmemiş maaşlar konusunu tartışıyordu ve takımın büyüklüğünü değiştirmeyi düşünüyorlardı.
Ben hâlâ onları kendi antrenman yöntemime uygun olarak bırakıyordum. Bu, hızlı kazançlar arayamayacağımız anlamına geliyordu ama tüm oyunculara yeteneklerini gösterebilmeleri için adil bir şans verildi. Sadece bu şekilde hangi oyuncuların gerçek takım hiyerarşisini oluşturabileceğine karar verebilirdik.
Ben kendi antrenörlük metodumu organik antrenörlük olarak nitelendiriyorum. Bunda, her zaman oyun ve oyuncular hakkında yola çıkılır. Tavuk çiftliği sektöründe olduğu gibi maksimum orana maksimum sonuç alma yoluna başvurulur. Genellikle seslenerek, bağırarak gösterme, gözdağı verme ve yıldız odaklı bir sistem gerçekleşir.
Organik koçlukta başarılı olmak için kulübü sabırla yönetmek gerekir. Bazı kulüpler azime inanıyor. Futboldan örnek verirsek; M.United ve Arsenal akla geliyor. Ancak bazı kulüpler çorap değiştirir gibi antrenör değiştiriyor.
Ben zaten Beşiktaş’ın çorap değiştiren kulüplerden olduğunu biliyordum ama Yiğiter’le ortak bir yolculuğa çıkmaya inanmıştım.
Biz ilk deplasman maçımızı kaybettiğimizde, Beşiktaş Basketbol Şubesi Başkanı beni görüşmeye çağırdı. Mavimsi ofisinde sigara dumanı vardı ve istediğim oyuncuları aldığım için mağlubiyeti kabul etmiyordu.
Ona göre çok fazla oyuncu istemiştim, bu oyuncular için yeterince ağlamıştım ve kenar çizgisinde doğru koça aitmişiz gibi zıplamıyordum.
Ayağa fırladı ve Sasu Salin’in en iyi yaptığı ayak savunmasına benzer bir şeyler sunmaya başladı. Ben bunun doğru koç zıplamaları mı olduğunu sordum.
Her şeyiyle bu iki saatlik görüşme benim için çok aşağılayıcı bir deneyim oldu ve aklıma takılan bir şeyi fark ettim “PPPP” olarak adlandırılan “Paras Päivä on Palkka Päivä” yani “ Ödeme Günü için En İyi Gün”.
Böyle bir aşağılama, karanlıktan nefret eden bir insanı öldürmenin en zevkli ve en emin yoludur.Bu deneyime sahip olmasam 40 yıllık bir koç olamazdım. Ama utanç; tüm merağın ve girişimciliğin ücretiydi. Risk Yoksa Eğlence de Yok !
Eğer koç, daha fazla bu utanç korkusuyla kalamıyorsa, o yeni zorluklar üstlenemez ve kariyerine devam edemez.
Akbabalar başının üzerinde dönmeye başladığında, koçların bakış açısı ağırlaşır. Ofis sinsice garip bir şekilde kalabalıklaşır. Ev anahtarları vaatleri rüzgar gibi dağılır. Aynı zamanda koç bir kaya gibi takımın önünde durmak ve oyuncuların rahatlığı için onlara güven aşılamak zorundadır.
Baskılar rüyalarıma girecek kadar yükselmişti. Bir keresinde, kızımı sel felaketinden kurtardım. İkincisinde, rüyamda bizim takım çok kötü oynuyordu ve kıyafetlerimi giyip sahaya atlamıştım ama oyun hiç düzelmemişti.
Koç olarak takımıma her gün her şeyi verebilirim ve yarın hakkında bir endişem olmaz ama bir aile babası olmak çok daha zor.
Ankara’da sezonun 5.maçına başladığımızda, henüz bunu söylemememe rağmen zaten ayrılmaya karar vermiştim. Ancak o kısa tahtada yürürken bunu biliyordum ve bu yüzden her ne pahasına olursa olsun oyunu kazanmak için uğraştım. Neyse ki, oyuncular koçunun arkasında durdu ve saha içindeki maçı hallettik.
Telefon çaldığında restaurantta ailemle yemek yiyordum. Ertesi sabah için sportif direktörün odasına davet edildim. Biz otel odasına geri dönüp kızlar uyuyana kadar diğerlerine hiçbir şey söylemedim.
Sonra bir şişe kırmızı şarap açtım ve eşime kutlama zamanı olduğunu söyledim.
Zamanında olay yerine gittim. Kendi infazım için, bu geç olmamalıydı. Benim için sürpriz; kulüp basketbol menajerinin bütün İngilizce becerilerini bir gecede kaybedip, yönetim kurulunun baş antrenörü değiştirmeye karar verdiğini tercüman aracılığıyla yazdırmasıydı.
Almanya’daki eski takımımdan Braunschweig’teki görevimden 2006 da gönderildiğimde, kulübün yeni CEO’su bir tavsiye için, bu ayrılığı nasıl ele aldığımı sormuştu.
Beşiktaş antrenörünü işten çıkartırken, bunu diş hekimine yapılan sıradan bir ziyaret gibi (Anestezi içersin ya da içermesin) mi ele alıyor ?
Her şeyin açık olması için, sportif direktörü yanıtlarken, anlaşma detaylarım ve yasal avukatımla geldim.
Böylece artık Beşiktaş kadrosunda değildim ama şimdi İstanbul’un güzelliklerini keşfetmek için daha çok zamanım vardı.
Şimdi kendi doğrularım için mücadele edeceğim çünkü antrenörler kendilerine sokak köpekleri gibi tedavi verirlerse tıpkı onlar gibi kendilerini tedavi edebilirler.
Ben takımın başarısızlığından mutlu değildim ve çözümler için bütün zamanımı harcadım. Ama şu her spor dalında anlaşılabilir ki, oynadığı 5 maçtan sadece 2’sini kazanan bir takımın antrenörü genellikle kovulur. Yeni basketbol yöneticisi kendi tercih ettiği çorabı satın almak istiyor.
Geçtiğimiz bahar ayında Türkiye’deki başarı fırsatı hakkında şunu düşünüyordum : “ Onlar geldiğinde ilk soru; sonu kovulmayla bitmeye çok yakın bir iş için apar topar savrulmamın gerçek olup olmadığıydı. Aklımdaki hesaplamalara göre takımı geri döndüremezsem ilkbaharın sonunda kovulacaktım. Eğer biz ilkbahar anlaşması yaparsak – ama sonbahar da kabulümdü – yılbaşında evde olabilecektim. Ve ben gelecek ilkbahara kadar tutunabilirsem parlak bir şekilde başarılı olacaktım. Çılgınca ama oldukça da şaşırtıcı bir şeydi.”
Sonbahar tahmini çok yanlış gitmedi, sonbaharda zamanımız olsaydı bile çok kötü bir düşüşe geçmiştik.
Geriye dönüp bakıldığında, kazandığımız son maç benim için çok önemliydi ve başımı dik tutarak gitmem mümkün oldu.
Ben Yiğiter’den bir çağrı alıp bu yolu seçtiğim için pişman değilim ama umarım bir kez daha iki yol ayrımına gelirsem, az seyahat ve daha zoru arasında seçim yaparken tekrar cesaretli olabilirim.
kaynak: Kartalbasket.org