SEPETÇİ İLE ZENGİN ADAM
Vaktiyle bir ülkenin bir şehrinde bir sepetçi adam yaşıyormuş. Bu sepetçi sabahtan akşama kadar dükkânında sepet yapmakla uğraşırmış. İşine saygı duyar, en ucuza satacağı sepetleri bile büyük bir özenle hazırlarmış. Bundan dolayı yaptığı sepetler çok sağlam ve dayanıklı olurmuş. Başka şehirlerden, kasabalardan, köylerden onun yaptığı sepetleri almak için dükkânına gelenler bile varmış. Bu sepetçi yalnız salı günleri dükkânında bulunmazmış, çünkü salı günleri o şehirde pazar yeri kurulurmuş ve sepetçi pazarda sergi kurar, sepet satarmış.
Bir gün sepetçi dükkânına çok zengin bir adam gelmiş. Zengin adam sepetçiden işlemeli, süslemeli, rengârenk boyalı, dünyada bir eşi ve benzeri yapılamayacak güzellikte üç tane sepeti üç ay içinde yapmasını istemiş. Sepetçi ise, istenen özelikleri taşıyan üç sepeti üç ay içinde tamamlayabileceğini, fakat bunun için üç yüz altın istediğini söylemiş. Zengin adam istediği parayı fazla bulduğunu söyleyince sepetçi: “ Aslında üç yüz altını emeğimin karşılığı olarak istiyorum. Daha sırada birçok sipariş var, bunları ertelemem lazım. Ayrıca yeni siparişler gelebilir. Bu üç ay içinde pazara çıkmamam gerekir. Siz de takdir edersiniz, pazara çıkmamak kazancımın önemli bir kısmını kaybetmeme neden olacaktır “ deyince zengin adam sepetçiye hak vermiş ve ücretin yarısını peşin ödemiş. Sepetleri alırken kalan yüz elli altını ödeyeceğini söyleyip gitmiş. Sepetçi gündüzlerine gecelerini de katarak uğraşmış, göz nuru dökmüş. Sağlam ve incecik sazları birbirinin üstüne örmüş. Bunların üzerlerini resimlerle, boyalarla süslemiş. Bu arada neden pazara çıkmadığını soranlara durumu anlatmış. Sipariş için gelenlere de sürenin sonunda tekrar uğramalarını söylemiş.
Sonunda, üç aylık süre dolmuş. Sepetçi, zengin adamın geleceği günden bir önceki gün sepetlerin yapımını tamamlamış. İkindi vaktine doğru kahveye çay içmeye gitmiş. Kahvede zengin adamın sabaha karşı öldüğünü öğrenmiş. İyiliksever, dürüst bir tüccar olarak tanınıyormuş. Sepetçi onun nerede oturduğunu öğrendikten sonra üzgün bir şekilde dükkânına geri dönmüş. Yarın olmuş, öbür gün olmuş, aradan bir hafta geçmiş. Sepetleri arayan soran olmamış. Bu arada sepetçi eskisi gibi sepet yapmaya, pazara çıkmaya başlamış ama dükkânının bir köşesinde duran üç sepeti gördükçe bir düşüncedir alıp gidiyormuş.
“ Sepetleri adamın evine götürsem karısı, oğlu, kızı vardır, yüz elli altın ödeyip alıverirler belki. Sepetleri biraz ucuza başkalarına satmaya kalksam, gelirlerse bu dükkana, sepetçi, bizim üç sepet hani? Bak bu torbada yüz elli altın var. Ver sepetleri al paranı derlerse, ben ne yaparım? “ Bakmış bu böyle olmayacak bir sabah sepetleri bir çuvala koymuş, zengin adamın konağına gitmiş. Sepetçiyi konakta zengin adamın üç oğlu karşılamış ve olanları öğrenince çok şaşırmışlar. Gençler, babalarının işlerine yardımcı olduklarını ve onun kendilerinden gizli saklısının bulunamayacağını, sepetlerin gerçekten güzel olduğunu fakat yüz elli altın verip bunları almalarının mümkün olmadığını, babalarının sepetleri üç yüz altına alıp da ne yapacağını bilmediklerini söylemişler. Bunun üzerine sepetçi sepetlerini alarak dükkânına dönmüş.
Aradan günler, haftalar, aylar geçmiş. Bu zaman zarfında üç sepetin hikâyesini duyan pek çok kişi sepetçinin dükkânına gelip sepetleri görmüş ve çok beğenmiş. Sepetçi üç sepet için yüz elli altın istediğinden kimse sepetleri almaya yanaşmamış. Bir gün o ülkenin padişahı ününü duyduğu üç sepeti görmeye gelmiş. Sepetlerin güzelliğine hayran kalan padişah yüz elli altın ödeyip sepetleri almış. Zamanla üç sepetin ünü dünyanın birçok ülkesine yayılmış. İmparatorlar, krallar, prensler.. Padişahtan üç sepeti alabilmek için yarış içine girmişler. Sepetçi bir kralın padişaha üç sepet için on bin altın teklif ettiğini duyunca hayretler içinde kalmış. Sepetçi yapmış olduğu sepetlerin bu derece ünleneceğini ve bu kadar pahaya çıkacağını beklemiyormuş. Bu durumun nedeninin sepetlerin çok güzel olmasının yanı sıra onların meydana geliş hikâyesindeki değişik şartların ve zengin adamın üç sepeti neden yaptırmak istediği sorusunun bir türlü cevaplandırılamamasının etkili olduğunu biliyormuş.
Günlerden bir gün zengin adam sepetçinin rüyasına girmiş ve üç sepeti, üç oğluna hediye olarak yaptırdığını söylemiş. "Oğullarım evlenirken, sepetleri altınla doldurup düğün hediyesi olarak verecektim." demiş. Sepetçinin, canım efendim, tanesi yüz altına özel sepet yaptıracağınıza, benim dükkandaki beş altınlık güzel sepetlerden neden almadınız, sorusuna zengin adam şu cevabı vermiş: " Zenginliğim fark edilsin, herkes tarafından bilinsin istedim. Ben altınları normal bir sepete koysaydım zenginliğimin ne kıymeti kalırdı? Altınların konacağı sepetler de altın gibi kıymetli olmalıydı."
SON
-----------------------------------------
GEZGİN ŞEHMUZ İLE VEZİR CAMBAZ ALİ
Gezgin Şehmuz daha önce adını hiç duymadığı bir ülkeye gitmiş. Bu ülkenin insanları mert, dürüst ve cengâver kimselermiş. Komşu ülkelerden birisi hariç diğerleriyle iyi geçinirlermiş. O iyi geçinemedikleri ülkenin kralı kendi halkına bile rahat, huzur vermezmiş. Ortada hiçbir sebep yokken sefere çıkılacak diye para toplar, genç-yaşlı demeden herkesi silah altına alır, küçük bir sınır olayını bahane ederek komşu ülkelerden birine saldırıp savaş çıkarırmış. Gezgin Şehmuz’un ziyaret ettiği ülkenin hükümdarı iki ay önce ordusuyla birlikte şımarık krala haddini bildirmek için, sınırı geçmiş. Oğlu on dört yaşında olduğundan ülkenin yönetimini Vezir Cambaz Ali’ye bırakmış.
Gezgin Şehmuz köy, kasaba, şehir demeden ülkenin birçok yerini gezmiş, dolaşmış, yeni insanlarla tanışmış. Anlatmışlar, dinlemiş; anlatmış, dinlemişler. Bir gün akşamüzeri gecelemek için bir han önünde durmuş. Atını ahıra bakan hizmetkâra teslim edip hana çıkmış. Akşam yemeği biraz sonra yenecekmiş. Kendisini sofraya buyur etmişler. Yemekler yendikten sonra, Gezgin Şehmuz ocağın önüne oturmuş, diğer dört yolcuyla sohbet etmeye başlamış. Aradan yarım saat geçmiş geçmemiş, han kapısı kuvvetlice çalınmış. Hancı kapıyı açar açmaz içeri on bir tane asker girmiş. Gezgin Şehmuz ve öteki yolculara: “ Bize karşı gelmezseniz, size zarar gelmez. Sesinizi çıkarmayın. Yemek yiyip birkaç saat sonra çekip gideceğiz “ demişler. Orada bulunanların ellerini, ayaklarını bağlayıp, mahzene kapatmışlar.
Yüzbaşı Halil ve askerleri Vezir Cambaz Ali görevli olarak göndermiş. Cambaz Ali, maliye işlerinden sorumluymuş. Hazinede toplanan paralar, altınlar, gümüşler, onun hazine defterine yazılırmış. Gelirler, giderler, harcamalar bu defterde açıkça belirtilirmiş. Vezir olduğu ilk yıllarda maliye işlerini dürüst bir şekilde idare etmiş ve padişahın güvenini kazanmış. Sonraları padişahın güvenini kötüye kullanmaya başlamış, yoksulluk sınırının biraz ötesinde yaşayan halktan alınan vergileri çoğaltarak, bu paralarla akıl almaz harcamalar yapmaya, kendisine evler, araziler satın almaya başlamış. Padişahın iki aydır ülke dışında olmasından yararlanan Cambaz Ali, üst düzeydeki yöneticiliklere kendi adamlarını tayin ederek, bir oldu-bitti ile padişah olmak istiyormuş. Padişahın oğlu Şehzade Veli bir ay önce bu durumun farkına varmış. Bir gece gizlice vezirin odasına girip hazine defterini, padişahın mührünü ve önemli evrakları almış, padişaha durumu haber vermek için, dört adamıyla birlikte saraydan ayrılmış. Sabahleyin hazine defteri, padişahın mührü ve önemli evrakların çalındığını, gece yarısı şehzadenin saraydan ayrıldığını öğrenen Cambaz Ali, Yüzbaşı Halil’i takibe çıkarmış. Yüzbaşı Halil askerlerle birlikte şehzadenin peşine düşmüş. Günlerce şehzadenin izini sürdükten sonra, kestirmeden onların önüne çıkıp, bu hana gelmişler. Şehzade mecburen bu hana uğrayacakmış, çünkü şehirler arasındaki yollarda dinlenme yerleri fazla değilmiş ve araları oldukça uzakmış. Gece yarısına doğru şehzade ve dört adamı han kapısından içeri girer girmez kıskıvrak yakalanmışlar. Hazine defteri, padişahın mührü ve önemli evraklar gelenlerin üstünde bulunamamış. Bu duruma çok sinirlenen Yüzbaşı Halil: “ Ben size onları sakladığınız yeri söyletirim “ diye bağırmış ve askerlere dönerek: “ Bunları mahzene indirip bağlayın. Ben az sonra geliyorum “ diye emir vermiş.
Yüzbaşı Halil mahzende direklere bağlanmış olan şehzade ve adamlarının karşısına geçerek: “ Beyler, şimdi söyleyin bakalım, evraklar nerede? “ diye sormuş.
Şehzade Veli: “ Evraklar padişah babamın, neden sana vereyim? Evrakları aldığın zaman Vezir Cambaz Ali’ye vermeyecek misin sanki? O vezir ki, bu ülkeyi uçuruma sürüklüyor. Halkın parasını kendi çıkarı için kullanıyor. Babam iki aydır seferde olduğundan saraydaki ve ülke içindeki yöneticileri değiştiriyor. Amacı belli: Tahtı ele geçirip, padişah olmak. Böylesine hıyanet içinde bulunan birinin oyuncağı olduğun için utanç duymalısın yüzbaşı. “
Şehzadenin söyledikleri karşısında önce bir adım gerileyen yüzbaşı: “ Yalan bunlar, yalan! Padişahımızı çok severiz ve gönülden bağlıyız. Vezir için söylediklerinin hepsi iftira. Padişahımız kendisine güvenmeseydi sefere giderken ülke yönetimini bırakmazdı. Sense veziri kıskandın. Evrakları çaldın, kaçıyorsun. Tahtı ele geçirmek isteyen sen olmayasın sakın. “ dedikten sonra tekrar sormuş: “ Son defa soruyorum. Evrakları nereye sakladığınızı söyleyin? Yoksa zor kullanmak zorunda kalacağım. “
Yüzbaşı Halil biraz bekledikten sonra, şehzadenin üstüne yürüyerek, yumruğunu vurmak için kaldırmış. İşte, tam bu sırada han görevlileri ve yolcularla birlikte elleri, ayakları bağlı vaziyette oturan Gezgin Şehmuz söze karışmış ve şöyle demiş: “ İnsan yumruğunu sıktığı zaman gerçeği, avucunun içinde parmaklarıyla tuttuğunu sanır. Gerçekleri göremeyen gözler daima yanılırlar. Yüzbaşı!.. Parmaklarını gevşetip yumruğunu açmanı isterim. Avucunun içinde sandığın gerçek kocaman bir hiç. “ Mahzende bulunanlar başlarını Gezgin Şehmuz’un bulunduğu tarafa çevirmişler. Yüzbaşı daha sonra havada asılı kalan yumruğunu açmış, bakmış.
Gezgin Şehmuz: “ Bir ay önce ülkenize geldim. Şehirler, kasabalar, köyler gördüm. Pek çok insanla tanıştım. Vezir Cambaz Ali’nin on kuruşluk bir işi elli kuruşa mal ettiğini söylediler. Şehzadenin söylediklerine katılıyorum. Az önce, padişahımızı çok severiz ve gönülden bağlıyız, dedin. Bu bağlılığı göstermenin zamanı geldi. “
Bunun üzerine yüzbaşı şunları söylemiş: “ Bunlar ne kadar derin ve anlamlı sözler. Etkilenmemek elde değil. Ancak bir bilge bu şekilde konuşabilir. Arkadaş, kimsin sen böyle? “
“ Ben Gezgin Şehmuz’um. “
“ Vay, sen Gezgin Şehmuz musun? Neden daha önce söylemedin? Çözün gezgini. “
Şehzade ve diğer bağlı bulunanlar da serbest bırakılmışlar. Yıllardır maceralarını dinledikleri Gezgin Şehmuz karşılarındaydı. O, daima doğru düşünür, doğru söylerdi. Mutlak tarafsızlık ilkesine sıkı sıkıya bağlıydı. Şimdiye kadar gezdiği, dolaştığı birçok ülke halkına büyük yararları dokunmuştu. Herkes, onun öğrettiklerinden payını alıyordu. Daha sonra Gezgin Şehmuz, Şehzade Veli, Yüzbaşı Halil ve askerler atlarına binip padişahı karşılamak üzere güneye doğru yollarına devam etmişler. Padişah ise, ordusuyla birlikte sınırı geçtikten sonra düşman karargahına yaptıkları ani bir baskınla şımarık kral yakalanmış, yerine barış yanlısı bir kral tayin edilmiş. Büyük bir savaş olmadan iki ülke arasında barış antlaşması imzalanmış.
Dönüş yolunda padişahı, Gezgin Şehmuz, Şehzade Veli, Yüzbaşı Halil ve askerler karşılamış. Şehzade, padişaha, Gezgin Şehmuz’u tanıştırdıktan sonra olanları anlatmış. Buna çok sinirlenen padişah ordusuyla birlikte ileri yürüyüşe geçmiş. Planlarının bozulduğunu öğrenen Cambaz Ali, devlet hazinesinde altın-gümüş değerli ne varsa bir arabaya yükleyip saraydan kaçmış. Komşu bir ülkeye sığınmak için batıya doğru giderken, yolda kendisini tanıyan köylüler tarafından yakalanmış. Padişaha teslim edilmiş. Şehzadeden şüphelendiği ve hata yaptığı için onuru kırılan Yüzbaşı Halil’in istifası kabul edilmiş. Gezgin Şehmuz, sarayda iki ay misafir kalmış. Padişah, şehzade ve diğer yöneticilerle en iyi devlet yönetiminin halk yararına olan birçok sorunun çözümlenmesiyle gerçekleşeceği konusunda fikir birliğine vardıktan sonra, yeni ülkeler görmek, yeni insanlarla tanışmak üzere atına binip yollara düşmüş.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım