Kişisel Beşiktaşlılık Tarihi - GİRİŞ
×
Kişisel Beşiktaşlılık Tarihi - GİRİŞ

Beşiktaş Forum|Kişisel Beşiktaşlılık Tarihi - GİRİŞ İnsanların tuttukları futbol takımlarıyla olan kişisel bağları her zaman ilgimi çekmiştir. Benimki çok erken başlar mesela, 5 yaşında

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kişisel Beşiktaşlılık Tarihi - GİRİŞ  [Okunma sayısı 3087 defa] Kişisel Beşiktaşlılık Tarihi - GİRİŞ

Çevrimdışı Gonzo

İnsanların tuttukları futbol takımlarıyla olan kişisel bağları her zaman ilgimi çekmiştir.

Benimki çok erken başlar mesela, 5 yaşında İnönü'de. Maça dair çok bişey hatırlamıyorum; futbolcuların uzakta bi yerden sahaya çıktıklarında stadta kopan gürültü kalmış aklımda, bi de devre arasında ben sıkılıp gitmek isteyince pederin beni kandırmaya çalışmasını hatırlıyorum. Ha şunu da ekleyeyim ben Fenerliyim o zaman, Peder beni kandırıp Beşiktaşlı yapmaya uğraşıyo falan.

Aklımda hep Beşiktaş Fener maçı diye kalmış o maç, bilemiyorum şu saatten sonra da artık hiç öğrenemeyeceğim. O tarihte derbi maçına çocuk götürülür mü tabii emin de olamıyorum ama bi ihtimal çünkü numaralı tribündeydik onu biliyorum, çıkış tüneli karşı solumuzda kalıyordu; yine solumuzda heyula gibi bi tribün vardı yeni açık. Stadtan en son çıktık, uzun uzun boş tribünlere bakmıştım. O kadar, sonrasını hatırlamıyorum valla, ertesi gün uyandığımda artık Beşiktaşlıydım heralde. (Hayatımda 2 defa numaralıya gittim ikisi de Fener maçıydı, ama diğerini anlatır mıyım bilmiyorum belki sonra daha samimi olursak.)

Tabii o zaman hemen bi futbol tutkusu bi Beşiktaşlılık başlamadı bende, sadece tuttuğum takım değişmişti. Hafızamda Beşiktaş'a dair hatırladığım ikinci şey 9-10 yaşlarındayken seyrettiğim 2-2 biten Malmö maçı. Hayatımda bi o maçta ağlamışımdır bi de 90 Dünya kupasında İtalya Arjantin'e penaltılarla elenince. Ama itiraf edeyim İtalya elenince öyle böyle değil, yatağa girip çarşafı kafama çektim, salya sümük hıçkırarak ağladım. Beni futboldan soğutan Beşiktaş oldu, maç seyretmeyi sevdiren de Baggio, Donadoni, Schillacili İtalya... 90 Dünya kupasında İtalya'yı seyretmemiş olsaydım belki de futbolla ilişkim hep kısık ateşte kalabilirdi.


Neyse ben konuya böyle bi giriş yapmış olayım; belki Sizin de paylaşmak isteyeceğiniz, hatırlayıp keyif alacağınız erken Beşiktaşlılık dönemleriniz vardır. Okumak benim hoşuma gider açıkçası. Bu başlık burda durmaya devam ederse belki sonra başka şeyler de konuşuruz..

ysariusta

  • Ziyaretçi


@Gonzo iyi olmuş bu başlık. Benimde ilk hatıralar 5 yaşım falan. Tabi senden 6 sene kadar evvel. Şekerbegovic. Bir çocuk için daha güzel sebep olabilir mi? Şeker! Eniştem Beşiktaşlı. Bende 3 4 yaşımdan beri enişteciyim. Adam beni arabayla gezdirmeden eve gidemezmiş.  :lol: :lol: Onun da etkisi var. Onun evinde asılı Beşiktaş posteri. Tabi ,lk okumaya başladığım zamanlarda Şekerbegoviç'i okumakda keyifliydi. Ben İnönü stadını 12 yaşımda gördüm. 13 yaşımda girdim. İstanbul'a gezmeye geldik. Eniştem sağ olsun aldı getirdi stada ama maç falan yok. Yaz tatili. Beleştepeden çimini gördük sadece. Bir yıl sonra staj. Hergün görüyorum ama yine maç yok. Yaz ayları. Sonra kamp falan bitti. TSYD maçları var. Maç beleş ama o gün kaçtım ben stajdan. Soran olursa hasta dersiniz dedik. Belletmen hoca var ama bizimkiler onuda halletti. O zamanlar Hasır Restoran var şimdiki Polat Rönesans otelin orada. O gün oraya gönderdiler adamı. Ne dediler bilmiyorum. 4 eleman biz stada geldik. İlk o gün girdim. Sonra bazen kaçıp geldik Bolu'dan. Bilet falan düşünen kim, İstanbul'a gelmek, geri dönek. Delilik işte. Taşındım ilk evimi Beşiktaş'ta tuttum. Abbasağa'da. Uzaktan uzaktan aşık etti işte takımda semtte.

Çevrimdışı EMİR EMRE

Benim de beş altı yaşından beri Beşiktaş var kalbimde.

Annem ve babam iş gereği ben büyürken gündüzleri çoğu zaman evde olmazlardı, ben de apartmandaki Fatoş teyzemde kalırdım. Eşi rahmetli Esen dedem bana top oynatırdı hep. Futbola ilgim o zamandan beri çok fazladır. Hem oyuncu olarak hem izleyici olarak. Biraz daha büyüdüm babam beni Beşiktaşımızla tanıştırdı. Zaten tam bir hastaydı. Şimdi hatırlamıyorum ama Beşiktaş'ın bir Avrupa galibiyetinden sonra meydanda İstiklal Marşı söyletip taraftar grubunu şehirde turlattığını anlatır Bandırma esnafı abilerimiz ne zaman görse bizi birlikte  :D Sonra ilk formamı aldı. Şimdiki kafam olsa kaybedilmeyecek bir yere koyardım onu. 6 numaraydı forma. Zaten üniversiteden beri biraz elime para geçmeye başladıktan sonra her yıl formamızı aldım. Benden de çocuklarıma geçecek en büyük miras işte o formalarla onları tanıştıracağım Beşiktaş'tır.  Bizim aile desen zaten iki tane alamet-i farikası var; manyak gibi sülalenin hepsinin ismi 'E' ile başlar, bir de herkes Beşiktaşlı. Bir de o zamanlar Bandırma sahilde amcamın birahanesi var desem hoop olduk mu sana Beşiktaşlı  :lol: :lol:

Çevrimdışı mustafa.kuru

Dedem, babam ve baba tarafı hep Beşiktaşlı...Herhangi bir hikayem yok...Bizde Beşiktaşlı olmaktan başka seçenek yok Allah'a şükür.....
Bako Recep Gökhan Kadir Ulvi Rıza Şifo Zeki Metin Ali Feyyaz

Çevrimdışı Gonzo

Mesela "chatlak" isimli fanzin yazarı bi arkadaşın şöyle bi anısı var; ben tebessümle karışık hüzünlendim doğrusu:






Ah o 101 yok mu!


1991 yılında, Burhan Felek Stadyumu’ndaki ‘seçmeler’e babamla gitmiştik. Çengelköy’de Halk Otobüsü’ne durak harici binmiş, şoför biraz hızlı hareket edince de kavganın eşiğine gelmiştik. 10-11 yaşındayım daha. İtiş kakış olunca biraz ürktüm ve bir sonraki durakta huzursuzluk içinde indik otobüsten. Sonra başka bir otobüs ile Burhan Felek’e vardık.

Bagajdan çıkan formalar


Serpil Hoca oynadığım takımda ilk beni seçti. Seçmelere katılmış, en başlarda da seçilmiştim. Mahalledeki arkadaşlar pek inanmasa da, umurumda değildi. Çok da anlamlandıramamıştım zaten. Sonra birkaç ön seçim daha yapıldıktan sonra binlerce ‘minik’ arasından ilk 50’ye kal- mıştım. Artık antrenmanlar Fulya’nın toprak sahasında ve kışın soğuğunda olacaktı!

Ama ondan önce Fulya’ya bir Tempra mı, yoksa ona benzer bir araba mı ne yanaştı. Bagajını bir açtılar, yepisyeni formalar. Ama böyle gri gibi, alacalı, ilk kez gördüğümüz cinsten. Sanırım PSV ile maçımız vardı ve ilk kez o maçta giyildi o formalar. Elendik sonra. Forma- ları sevmemiştim zaten.

Koş Mustafa koş!

Kar, yağmur, boran derken ulan nasıl kış o mevsim. Ev zaten Çengelköy’ün ara sokaklarında. Ufacık adamım. Adımlarım ufacık. Merkeze yürü 20 dakika, oradan 101’e (Beykoz – Beşiktaş) bin (çift bilet bi’ de) korka korka. Zaten köprüden geçerken gözlerimi kapatıyorum. Tamam, hafta sonları babamla gidiyorum da ya hafta içleri! İn Beşiktaş’ta, koştur Allah Fulya’ya. Ne? Yine geç kalmışım. Ceza için turla toprak, yok toprak da değil bildiğin kum(!) sahada. Neşet Hoca arkandan bağırsın dursun! Kramponların altı dolsun kumla, gittikçe ağırlaşsın. Ulan bir saat önce otobüs sıcacıktı be! Şimdi su, çamur, soğuk bir de koş Mustafa koş!

Sırılsıklam halde yürü Beşiktaş’a o yorgunlukla. Külçe gibi çanta, peh! 101’e bin ama kesin ayakta. Çift bilet (akbil değil, bilet) yolla alevli kutuya, Çengelköy’de in, eve koş, cep telefonu falan ne gezer… Yıkan, giy formanı, sırtında koca çantayla bu sefer de doğruca ortaokul için Beylerbeyi Lisesi’ne. Hafta içi en az iki gün böyle.

Sonra 101’den nefret ettim ben, Allah belasını versin o 101’in. Nasıl bela okuduysam hattı kaldırdı İETT. Bu arada ben de Beşiktaş’ta bir pastane keşfettim. Antrenmanlar tüyüyordum ve o süre boyunca süt, poğaça, uyuk- lama takılıyordum. Kapı önündeki su birikintisinde de formayı ıslatıp, çantaya tıkıyordum (“annem anlamasın” stayla). İşte sevgili fanzin o Aralık ve Ocak gün- leri geçmek bilmedi bana. Hafta sonları babama “sizin oğlan niye gelmedi” serzenişleriyle ebeleniyor ve Karakartal hikâyemin de yavaş yavaş sonlarına doğru geliyordum.

Bako ve Metin penaltı yarışması!

Hatırladığım çok güzel iki anım var ama… Son antrenmanların birinde, aman Allahım nasıl bir güneş, nasıl bir hava! Ocak ayında adeta bahara doğru koşuyoruz. Kaleci Bako ve Metin penaltı atışıyorlar, geçtik tribüne (tribün dediğin Şan Ökten’in üç sıra merdivenleri işte) izliyoruz. Kazanan Bako, yalandan bize koşuyor! Heyecana bak lan! Alkışlar falan…

Hatırladığım son antrenmanımın sonunda da Ali (Büyük olan) geldi yanımıza (tam yanımıza değil, tel örgü var aramızda). “Siz” dedi, “Siz geleceği olacaksınız bu takımın, çok ama çok çalışın”. Ben bi’ bok olamadım, muhasebeci oldum ola ola!

Sonra bitti maceram, tam bir hafta sonra, mahallede arkadaşlarla koşturu- yorum, dilimde de spikerden efektler “Metin girdi, Metin ilerliyor, vuracak…” falan. Eve geldim, kan ter içinde. Baktım babam gazete okuyor, baksana dedi uzattı gazeteyi. “Beşiktaş Teknik Direktörü Gordon Milne, futbolcuları toprak sahada çalıştırdı. O esnada toprak sahada çalışan minik takımsa çim sahada antrenman yaptı. Beşiktaş miniklerinin bu jest karşılığında mutluluğu görülmeye değerdi!”

Ah 101! Ah ulan hayat, Fener’e bir gol atma fırsatı vermedi bana (hayat verdi de, sen soğuktu da gitmedin lan!). 


Çevrimdışı Gonzo

Bu abimiz de ailesine rağmen Beşiktaşlı olmuş; mahalle eve baskın çıkmış:



Beşiktaşlı doğulmaz Beşiktaşlı olunur!



Sene 1974, aylardan Temmuz, ilkokul 3. sınıftayım.  Kıbrıs Harekâtı nedeniyle İstanbul’da geceleri karartma uygulanıyor. Henüz hiçbir takımı tutmuyorum. Ailemin tamamı Fenerli olmasına rağmen okuldaki yakın arkadaşlarım da bir o kadar Beşiktaş’lı. Evde bazen Beşiktaş kelimesi kullansam ‘Sarıkanaryaların’, ‘Arabacılardan’ üstün olduğunu belirten sözler kullanılıyor. Siyah-Beyaz, Sarı-Lacivert renkler arasında uçuşan kalbim bir seçim yapamıyor. Bir gün Karakartal, bir başka gün ise Kanarya…

İşte tam bu kritik zamanda mahalle ve okul arkadaşım Ozan yetişiyor imdadıma. Ozan yalnız futbolu aramızda en iyi oynadığı için değil, aynı zamanda cesareti ve liderlik yeteneği ile yaşıtlarımızdan oluşan mahalle takımının da kaptanı üstelik. Bir öğlen vakti Temmuz sıcağında abilerimizin İstanbul, Göztepe ile Merdivenköy arasında ‘Dutluk Sahası’ dedikleri yerde aşağı mahalleden gelen yaşıtlarımızla ‘şampiyonluk’ maçı oynuyoruz. İlk devre bizim takımın 2-0 mağlubiyeti ile kapanıyor. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor, hepimizde moraller sıfır. İşte tam bu sırada Ozan ellerini beline koyuyor, kaşlarını çatıyor ve çok otoriter bir tavırla: “Bu maçı alacağız ve şampiyon olacağız. Çünkü biz Karakartalız” diyor.

Konuşmasını şöyle sürdürüyor Ozan: “Başbakanlık Kupasında 2-0 mağlupken Karakartallar bu maçı 3-2 kazanmadı mı? Üç gün sonra oynanan Cumhurbaşkanlığı kupasını da Fener’i 3-0 yenerek kazanmadı mı? Peki, biz neden kazanmayalım?”

Ama bu kadarının yeterli olmadığını çok iyi biliyor ve Ozan hepimizi tek tek adlandırıyor: “Mete sen Zekeriya, Ömer sen Miliç, Hüseyin sen Tezcan, Ufuk sen Vedat, Orhan sen Tuğrul, Levent sen Lütfü, Tevfik sen Sabri, Haluk sen Osman”. Sonra bana dönüyor ve “Sencer sen de Niko’sun!”

O küçük yaşta çok iyi biliyoruz ki, bütün yaşamımız boyunca okul, ev, iş, eş, hatta siyasi fikirlerimizi değiştirebiliriz, ama tuttuğumuz renkleri, katıldığımız ocağı asla. Bundan sonra bizi Beşiktaş’tan ve Beşiktaş’ı bizden ölüm bile ayıramaz.

Hepimizi adlandırdıktan sonra önüne bakıyor Ozan, susuyor. Sanki bir şey bekliyor, bir şey istiyor bizden. Evet, Ozan kendisine ad vermiyor, onu bizim adlandırmamızı istiyor. Birden kendisine sarılıp hep bir ağızdan haykırıyoruz: “Sen kaptansın, kaptan: Sanlı Kaptan.” Ağırbaşlı, her zaman ciddi Ozan, bize çaktırmadan gözlerini siliyor. Sonra ikinci yarı için sahaya çıkıyoruz. İşte Beşiktaşlı oluşumun öyküsü!





Meraklısına Notlar:

Maçı ne yazık ki 3-2 kazanamıyor, tersine 3-2 mağlup oluyoruz.
Ozan bizi adlandırırken yanlış yapmadı. Evet, o dönemde Beşiktaş’ta Osman adında bir futbolcu yoktu. Osman o dönemin Fenerbahçe’sinin en parlak yıldızlarından biriydi. Ve Ozan bilerek bu adı verdi Haluk’a. Çünkü Haluk takımımızda oynayan bir “Sarıkanarya” tutkunuydu, Fenerliydi. Ona ancak bir fenerlinin adı verilebilirdi. Ve işte bunu yaptı Sanlı kaptan (Ozan).

Beşiktaşlı duruşu ve büyüklüğünü o küçücük yaşında göstererek…
     


Etiketler: