Efsane Anılar ve Bilinmeyen Beşiktaş Hikâyeleri
×
Efsane Anılar ve Bilinmeyen Beşiktaş Hikâyeleri

Beşiktaş Forum|Efsane Anılar ve Bilinmeyen Beşiktaş Hikâyeleri Fercani Bey , Arap Sadri & Vahap Öztaylan FERCANİ Bey adını, hiç duydunuz mu? Fercani Bey, siyah renkli Türk vatandaşıydı. Futbolcuydu;

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Efsane Anılar ve Bilinmeyen Beşiktaş Hikâyeleri  [Okunma sayısı 19422 defa] Efsane Anılar ve Bilinmeyen Beşiktaş Hikâyeleri

Çevrimiçi murat

Fercani Bey , Arap Sadri & Vahap Öztaylan

FERCANİ Bey adını, hiç duydunuz mu? Fercani Bey, siyah renkli Türk vatandaşıydı. Futbolcuydu; Harbiye ve Beşiktaş’ta oynadı. Forvetti. 1922’de attığı gollerle Beşiktaş’a, İstanbul Pazar Ligi şampiyonluğunu kazandırdı.

O yıllarda Türkiye spor çevrelerinde, 1924 Paris Olimpiyatları heyecanı vardı. Hükümet üyeleri, bütçede yeterli paranın olmaması nedeniyle olimpiyatlara sporcu gönderip göndermemeyi tartıştı.

Atatürk’ün, örtülü ödenekten 17 bin lira vereceğini söylemesiyle Paris’e gitme kararı çıktı… Olimpiyatlarda yarışılacak branşlardan biri de futboldu. Rakibimiz de belliydi: Çekoslovakya.

Olimpiyat komitesi, Türkiye’yi temsil edecek futbolcuları seçmek için İstanbul Lig şampiyonluğu müsabakası düzenledi. Şampiyon Beşiktaş oldu; en iyi futbolcu forvet Fercani Bey’di.

Milli takım kadrosu açıklandı. Kadroda Beşiktaşlı Fercani Bey de vardı. Ancak…


Ne olduysa, nasıl olduysa kadrodan Fercani Bey çıkarıldı! Sözü burada futbol tarihiyle ilgili kitaplar yazan Vala Somalı’ya bırakalım.

“Yıllar sonra kendisine sordum; ’Rengim siyah olduğu için beni kadrodan çıkardılar’ dedi. ’Olur mu canım böyle bir şey’ dedim. O da, ’Bana böyle açıkladılar’ diye konuştu. Sordum, soruşturdum, doğruymuş!”

İddianın sahibi Vala Somali yaşıyor ve sözlerinin arkasında duruyor.

O dönem Avrupa’sı farklıydı; 1924 Olimpiyatları’nın yıldız futbolcusu Uruguaylı Andrede’nin, yarışmalar sonucu Avrupa’da oynayacak takım bulamamasının nedeni de aynıydı!..

Fercani Bey’in rengi siyahtı ve iddiaya göre bu nedenle milli takımdan çıkarılmıştı.


İşin garip yanı, Fercani Bey aynı zamanda subaydı!

Milli takıma girememişti ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nde rütbe almayı hep sürdürdü; albaylığa kadar yükseldi.

Siyah renkli vatandaşına askeri üniformayı verenlerin, ay yıldızlı formayı vermemeleri garipti!

Peki, Fercani Bey’in, TSK’da yıllarca görev yapması, bu iddiayı çürütüyor mu?

Aslında tam değil…

ALTAYLI GOLCÜ VAHAP (ÖZALTAY)

Adı; Vahap’tı. Onun rengi de siyahtı.

İzmir’in efsanevi takımı Altay’ın kurucu ve aynı zamanda yıldız futbolcusuydu.

Gazeteler milli takıma çağrılacağını yazdı hep; ama o hiç davet almadı.

“Milli takıma çağrılırım” umuduyla, kurucusu olduğu Altay’ı bırakıp Beşiktaş’a transfer oldu.

Olmadı, yine kadroya alınmadı.


Şansını yurtdışında denemeye karar verdi; Fransızların transfer teklifine “evet” dedi.

Bugün adı Paris Saint German olan Racing takımına transfer oldu.

Başarılı oldu.

Paris karmasına seçildi. 2-2 biten Madris-Paris karması maçının son dakikasında gol attı.

Vahap yıllarca beklediği teklifi 1932 yılında aldı.

Türkiye’nin ilk siyahi milli takım futbolcusu oldu.


4 Kasım 1932’de, 2-2 biten Bulgaristan maçında 90 dakika görev yaptı. Fakat, parlak futbol kariyerine rağmen, sadece bir kez milli formayı giyebildi.

Neden?

Futbol tarihi konusunda çeşitli kitapları bulunan Gazeteci-Yazar Vala Somalı, Avrupa’nın sayılı futbolcuları arasında gösterilen Vahap’ın da, renginden dolayı milli takıma çağrılmadığını iddia ediyor.

Futbol tarihine ilişkin çalışmaları bulunan Gazeteci-Yazar Ergün Hiçyılmaz, o yıllarda futbolcuların renginden dolayı milli takıma çağrılmadığı iddiasını kabul etmiyor.

Hiçyılmaz’a göre, siyahi futbolcuların milli takıma girememesinin nedeni, bazı yöneticilerin aşırı milliyetçi tutumundan kaynaklanıyordu!

Yani, bu konuda karar alınmış genel bir devlet politikası yoktu; sadece bazı yöneticilerin ırkçı tavırları söz konusuydu!..


Göğsünde ay yıldızlı bayrağı bulunan, beyazlar içindeki milli takım formasını, siyah renkli futbolcuların giymesini kim istememişti acaba?..

1923-1930 yılları arasında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı görevini yürüten Selim Sırrı (Tarcan) Bey olabilir mi?

Selim Sırrı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin radikal milliyetçi kanadına mensuptu…

Selim Sırrı Bey’in komiteden ayrılmasından sonra Vahap’ın kadroya çağrılması sadece tesadüf müydü? Bilinmiyor.

BEŞiKTAŞ KALECiSi ARAP SADRi

Bir başka iddia, Beşiktaş’ın usta kalecisi Sadri Usuoğlu için ortaya atılıyor.

Adı Sadri Usuoğlu. Nam-ı diğer Arap Sadri.

Onun rengi de siyahtı…

1924-30 yılları arasında Beşiktaş’ın kalesini koruyan, Robert Koleji mezunu Sadri, defalarca İstanbul karmasına seçilmesine rağmen, milli takıma bir türlü girememişti.

Nedeni, Fercani ve Vahap gibi “çikolata renkli” olması mıydı?


Sadri Usuoğlu, futbolda milli takıma giremedi ama 1936’da basketbolda milli formayı giydi. Arap Sadri milli formayı futbolculuk döneminde giyemedi ancak 1952 yılında ulusal takımın teknik direktörlüğünü yaptı.

Basra’da doğan Usuoğlu öğretim hayatında İstanbul’a geldi ve Robert Koleji’nde okudu. Atletizm, futbol ve basketbolla ilgilendi. Okul hayatının sonunda Beşiktaş’ ta futbol hayatına başladı.

1924’te kaleci olarak girdiği takımda 1930’ a kadar kalecilik yaptı. Beşiktaş’ ta oynadığı dönemde ten renginden dolayı “Arap Sadri” lakabıyla anılmıştır. Defalarca İstanbul karmalarına seçilse de bir iddiaya göre ten renginden dolayı hiçbir zaman milli takıma seçilmedi. 1930’dan sonra kaleyi takımın bir başka önemli kalecilerinden Mehmet Ali Tanman’a devretti.

1936’da Robert Koleji’nden aşina olduğu için Türkiye’de yeni kurulan millî basketbol takımında yer aldı. 24 Haziran 1936’da Yunanistan milli takımıyla oynanan ilk basketbol maçını 49-12 kazanan kadroda bulundu ve 1936 Berlin Olimpiyatları’na katıldı.
Futbolu bıraktıktan sonra yine Beşiktaş’ta yöneticilik yaptı, 1952 Haziran’ında Türkiye Millî Futbol Takımı teknik direktörlüğüne getirildi ve iki maç takımda görev aldı. Usuoğlu, Türk milli takımının bugüne kadarki ilk ve tek siyahi antrenörü olmuştur.

1952-53 sezonunda Beşiktaş’ın teknik direktörlüğünü de yaptı ve takımı İstanbul Ligi’nde 2. yaptı. 1950’lerin sonunda Türk futbolunun profesyonelliğe geçiş yönetmeliğini hazırlayan grubun içinde yer aldı.

Arap Sadri’nin genel kaptanlık yaptığı dönemden bir anı:

Maç öncesi basit bir pikapta 45 devirlik plaklar çalınarak stat hoparlörlerinden muzik yayını yapılırmış. Dönemin ünlü şarkılarindan, Billy Eckstein’in seslendirdiği “Jelousy’’ adlı tango Beşiktaş tribünleri tarafından ‘’uğurlu şarkı’’ olarak benimsenmiş. Tuhaf bir tesadüf, Jelousy’nin çalındığı bir kaç maçta Beşiktaş peş peşe sahadan galip ayrılmış.

Bir Fenerbahçe maçı öncesi birkaç sarı lacivertli taraftar müzik yayınının yapıldığı odaya girerek plağı kırmışlar. Maçın başlamasına az bir süre kala uğurlu plağın henüz çalınmadığını farkeden dönemin umumi kaptanı Sadri Usuoğlu sormuş, soruşturmuş, durumu öğrenmiş. Hemen bir adamını Beyoğlu’na plak almaya yollamış. Allem etmiş, kallem etmiş, maçın başlamasını geciktirmiş. Beyoğlu’ndan plak gelmiş, stat hoparlörlerinden çalınmış, ancak ondan sonra Arap Sadri takımı sahaya çıkartmış.

Maç ne mi olmuş?…

Beşiktaş kazanmış maçı haliyle…

Çevrimdışı Çağrı

  • Kara Kartal
  • *
  • 07 Ekim 2014, 14:20:23
  • Yaş: 35
  • Mesaj: 29976
  • Beşiktaş / Bodrum
  • 2015/16 (✔) - 2016/17 Sezonları Şampiyonu Beşiktaş


'' 'kardelen'

boğaz azgın bir nehir gibi akıyordu marmara’ya doğru. istanbul’un üzerine çöken manevi ağırlığı kaldıracak bir evliya beklentisi vardı sokaklarda. karayelden esen rüzgar, yağmur getirecekti şehit mezarlarına. fatih’in al kanla fethettiği istanbul beşyüzyıl sonra, kansız savaşsız ingilizler’e teslim edilmişti bir mayıs sabahı.

dolmabahçe önünde son silahlı birlik de silahlarını teslim ediyordu. yüzbaşı şeref ve birliği manga manga tüfeklerini, tabancalarını hatta süngülerini ingiliz subaylarına makbuz karşılığı teslim ediyordu. birliğin sonu geldiğinde ingiliz çavuş şeref yüzbaşı’ya bağırdı :

- sör . tabancanız...

şeref hiddetle döndü, elinin tersiyle çavuşa vuracak oldu. ingiliz binbaşı araya girdi ve “tabancanız kalsın, mermileri boşaltınız yüzbaşı” dedi.
şeref hiddetle tabancasını çekti, ateş edebileceğini düşünen ingiliz askerleri silahlarını yüzbaşı şeref’e doğrulttular. şeref “altı patlar”ını gökyüzüne çevirdi, tambur pimini çekti, prinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermi iki metre yükseklikten yere boşaldı. kabzası laz işi, baba yadigarı tabancasını kılıfına soktu, asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti. hazırolda bekleyen 120 asker yumrukları sıkılı, dişleri kenetli, galiçya’dan hicaz’a, trablusgarp’tan fizan’a peşinden gittiği o mert adamın ağzının içine bakıyordu. bir emir verse, evet o bir emir verse bir avuç züppe ingiliz’i elleriyle boğabilirlerdi.

- şimdi dağılıyoruz arkadaşlar. sizleri 10 yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin. ama unutmayın bu iş daha bitmedi, bu millet esaretini yenmek için sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. hakkınızı helal eder misiniz?

bir an sessizlik oldu. elleri cebinde ve cebinde tuttuğu yuvarlak metal çerçeveli gözlüğü olduğu halde bekledi. bekledi, bekledi... birliğin çavuşu bir adım öne çıktı ve:
- bizim helalimiz seninle şehit düşmektir komutanım.

şeref’in gözlerinden hiç de istemediği halde iki damla yaş süzüldü, ellerinde tuttuğu gözlük tuzla buz olmuştu. avuç içi kanıyordu ve daha sert bir sesle bağırarak :
- hakkınız helal midir bana?

****

yağmur yağıyordu. gökyüzündeki martılar birkaç dakika önce yaşadıkları gökgürültüsünden beter bir “helal olsun.” sesinden duydukları ürküntüyü üzerlerinden atamamışlardı.
kan damlaları dolmabahçe’den beşiktaş’a doğru birer metre aralıklarla şeref’i takip ediyorlardı. neden sonra elinin kanadığını farketti. dolmabahçe sarayı harem dairesi ardındaki yüksek duvarın altında omuzundaki yıldızlı apoletleri söküp eline sardı. kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızları kıpkırmızı oluverdiler.

şeref bey sabahın yağmurlu hüznünde beşiktaş’a vardı. balıkçı kahvesinde oturmak istedi ancak “hırpani halim bir türk subayına yakışmaz” diyerek sahile indi. oturup tekne altını onaran balıkçıyı seyre daldı. kan çanağına dönen gözlerinin ardında fırtınalar kopuyordu. sırtına dokunan elle irkildi. kafasını kaldırdı. biraz önce teknesini onarırken seyrettiği denizci bir şeyler söylüyordu. ama şeref duyamıyordu onu. sararmış dişlerine bakarak denizcinin, anlamaya çalıştı söylediklerini.

- asker aga, asker aga ?
- efendim
- okuman, yazman var mıdır?
- evet. hayrola?
- agam be teknenin adını yazsan olur mu?
- tamam. nedir teknenin adı?
- kardelen
- sevgilinin adı mı?
- hee... nerden bildin?

harp okulunda aldığı “hat” dersi ilk kez işine yarıyordu. şeref osmanlıca ve bir kardelen şekline benzer motifle yazdı tekneye genç denizcinin sevgilisinin adını; “kardelen”

- aga, kardelen mi bu şimdi? ya aga çok güzel oldu. sana borçlandım şimdi ben.
- bir gün ödersin. nerelisin sen?
- inebolulu’yum. istanbul’daki rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz. rumlar lakerda mı, lekarda mı ne diyorlar. fener’i dönerken teknenin altını vurdum. burada onarıyorum. kısmetse öğlen namazı tekneyi indirip inebolu’ya yelken basacağım.

yüzbaşı şeref akaretler yokuşu’ndan osmanoğlu konağı’na yürüdü. konağın kapısını müstahdem açtı.
- şeref beyim, hoşgelmişsin
bjk divan kurulu üyesiydi. eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında da kalecilik yapıyordu. şeref konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. kısa çatı camının altına oturdu. tabancasını çıkardı. cepkenindeki enfiye kutusunu eline aldı. kutuyu kulağına götürüp iki salladı. sedef kakmalı enfiye kutusu tıkırdamaya başladı. kutuyu açtı, içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. kurşunu çizme derisine süre süre iyice parlattı. kurşunu tabancasının tamburuna sürdü, tamburu hızla çevirip kapattı. kırlaşmaya başlayan şakaklarına götürdü.

“affet” dedi.
tik... boş
tik... boş
tik... boş

kapı hiddetle açıldı. ahmet fetgeri içeri girip dördüncü kez tetiğe basmakta olan şeref’in elindeki silahı kaptı. şeref kendinden geçmiş bir durumda ağlamaya başladı.

- ne yapıyorsun sen, delirdin mi şeref ?
- ...
koltukaltından tutup şeref’i aşağıya indirdi. sade kahve ile birer sigara içtiler.

“herşey bitti” dedi şeref.
“daha değil” dedi fetgeri. “dün akşam mustafa kemal ve arkadaşları istanbul’u terkedip anadolu’da mücadeleyi başlatmak için gemiyle samsun’a doğru yola çıktılar”
gözleri parladı şeref’in. birkaç dakika önce azraille rus ruleti oynayan o değildi sanki. bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi aklından. “nasıl giderim ben de?” dedi.
“çok zor. salmazlar seni istanbul’dan” dedi fetgeri. çaresiz hissetti şeref kendini. birden kardelen geldi aklına. kardelen vardı ya inebolu’ya giden. “neden olmasın?” diye söylendi. “dur cellalenme hemen” diyen fetgeri’ye kardelen’i anlattı.
“dostum fındık kabuğu kadar bir tekneyle gidemezsin oralara. sakin olunuz, bir çare düşünürüz elbet” dedi fetgeri. artık şeref’i durdurmanın imkanı yoktu. yukarı çıktı, üç beş parça eşyasını bez asker torbasına sıkıştırdı. iki dost sarıldılar.
“ha, unutmadan bu torbayı da al, lazım olur belki” dedi fetgeri. “nedir bu?” diye sordu şeref. “denize açılıncaya kadar sakın açma” cevabını aldı.

kardelen denize inmiş, yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi denizci :
- tayfa lazım mı?
gözleri ışıldadı genç denizcinin.

- buyur agam. ama hayırdır, nereye?
- senin gittiğin yere, hatırlarsan bana borcun vardı, ödeşmiş oluruz.

*****

kardelen, anadolu feneri’ni geçip karadeniz’e yol alırken, şeref erguvanlara son kez baktı. erguvanların güzel renklerini ingilizler’e bırakıyordu.
yaralı elini karadeniz’in az tuzlu temiz sularında yıkadı. temiz bir bez parçası aradı sarmak için. fetgeri’nin verdiği çantanın düğümünü açtı. içinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. bu bez olur diye açtı bezi ve kardelen’in içine bir futbol topu yuvarlandı. gözlerine inanamadı. bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek sakladıkları “ertolhd” marka, içten lastikli pahalı futbol topuydu. “ah be. fetgeri” dedi içinden ve güldü.

arasıra esen sert rüzgar ve serpiştiren yağmura rağmen şile açıklarını neşeyle geçtiler. ağva limanında gece demirlediler. lakerdanın satılmamış kısmıyla, mısır ekmeği ve erik rakısı akşam yemekleriydi. gece denizci gence beşiktaş’ı, ahmet fetgeri’yi ve bu futbol topunun hikayesini anlattı hiç susmadan. şeref çok içtiği rakının ardından yüzüne doğan yakıcı güneşle uyandı.

kardelen, pazarbaşı burnunu aşmış, karasuya doğru yelkenleri doluyordu. kardelen’in genç reisi asiye tüküsünü söylüyor, tekneyle yarışan yunuslara mısır ekmeği atıyordu. arasıra “kardelenim, sevdiğim”e benzer mırıldanmalarla yavuklusunu anıyordu. ertesi gece akçakoca, diğer gece amasra limanında yattılar. yüzbaşı şeref denizciliği de öğrenmeye başlamıştı.

amasra limanı çıkışı denizci hayıflandı. “hava patlayacak agam” şeref baktı, baktı. keyifli ve güneşli bir 19 mayıs sabahından başka bir şey göremiyordu. önemsemedi.

teknedeki topun bir o yana, bir bu yana gittiğini gören şeref başını kaldırdı. deniz tarafı tamamen kararmıştı ama daha öğlen bile olmamıştı.
“karadan neden bu kadar uzaklaştık?”diye sordu şeref.
“agam, kaba dalga vuruyor, burnu çevirdim”

bir süre sonra yağmur eşliğinde öyle bir fırtına başladı ki, şeref’in midesi dışarı çıkarcasına istifra ediyordu. “yelken ipinden uzak dur agam, ayağına dolanmasın” dedi genç adam. bir büyük dalga geçti üzerlerinden. sonra bir daha, bir daha. dümen tutan avuçları ezilmişti denizcinin. şeref yelken ipini tutmaya çalışsa da bir süre sonra direk kopup, denize düştü. denizcinin çığlığı bardaktan boşalırcasına yağan yağmura karıştı.

“agam ipi sal”

şeref duyamadı, tekne boyunun beş katı bir dalga sancak tarfından tekneyi alabora etti. dalga çukurunun dibindeki tekne denizin altında kaldı. denizci büyük bir çeviklikle kendini yukarı itip sudan çıktı.

yüzbaşı şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı karanlık dibe doğru hızla batıyordu. yarım dakika dibe hızlı gidiş, ayağından çözülen iple durdu. artık tekneden kurtulmuştu ama üzerindeki ağırlık onun yüzeye çıkmasına mani oluyordu.

bulanık denizde gözleri açık çırpınırken, yanından geçen beyaz birşey gördü. bu, yukarı doğru hızla çıkan ertolhd marka futbol topuydu.
bjk ‘nın gol yemez kalecisi “panter” şeref topa doğru uzandı, uzandı...

kerempe burnu’nda baygın yatan genç denizci ve yanında ertolhd marka futbol topu dalgalarla birlikte salınıyordu. genç denizci yüzünü paramparça eden kayalıkların üzerine çıkıp bağırdı :

“agam . agam.”
yüzbaşı şeref hayatının golünü karadeniz’in soğuk sularında yemişti. topa yetişememiş ve karanlık sular onu dibe doğru sürüklemişti. elbet karadeniz onu anadolu’ya verecekti.

mustafa kemal’in ardından kurtuluş mücadelesinde yer almak için anadoluya geçen yüzbaşı şeref ‘ten tam 17 yıl sonra 19 mayıs 1936’da şeref’in takımı beşiktaş jimnastik kulübü, 19 mayıs’ta kutladığı spor gününün her yıl “atatürk’ü anma gençlik ve spor bayramı”olarak milletçe kutlanması için önerisini atatürk’e sundu ve kabul edildi.

öneriyi beşiktaş jimnastik kulübü adına veren ahmet fetgeri bey’dir.

ahmet fetgeri’ye 1924 yılında bir hanım gelir ve bir torba bırakır. ahmet bey kadının getirdiği torbadan çıkan topa bakar ve kadına sorar.

- nedir bu bacım?
- istiklal savaşında şehit düşen kocamın vasiyetiydi, size vermemi istedi.

ahmet bey sorar:
- adın ne bacım?

kadın yanıt verir.
“kardelen” ''
@Özgür arkadaşımızın paylaşımıdır.
Varlığımız; Marakeş'te fiyatları rastgele konmuş bir dükkan gibi. İncik boncuk fahiş fiyatta, değerli taşlar indirimde.
Batmamız an meselesi.

Twitter/cagriasarli

Çevrimdışı Çağrı

  • Kara Kartal
  • *
  • 07 Ekim 2014, 14:32:31
  • Yaş: 35
  • Mesaj: 29976
  • Beşiktaş / Bodrum
  • 2015/16 (✔) - 2016/17 Sezonları Şampiyonu Beşiktaş
Varlığımız; Marakeş'te fiyatları rastgele konmuş bir dükkan gibi. İncik boncuk fahiş fiyatta, değerli taşlar indirimde.
Batmamız an meselesi.

Twitter/cagriasarli

Çevrimdışı EMİR EMRE


'' 'kardelen'

boğaz azgın bir nehir gibi akıyordu marmara’ya doğru. istanbul’un üzerine çöken manevi ağırlığı kaldıracak bir evliya beklentisi vardı sokaklarda. karayelden esen rüzgar, yağmur getirecekti şehit mezarlarına. fatih’in al kanla fethettiği istanbul beşyüzyıl sonra, kansız savaşsız ingilizler’e teslim edilmişti bir mayıs sabahı.

dolmabahçe önünde son silahlı birlik de silahlarını teslim ediyordu. yüzbaşı şeref ve birliği manga manga tüfeklerini, tabancalarını hatta süngülerini ingiliz subaylarına makbuz karşılığı teslim ediyordu. birliğin sonu geldiğinde ingiliz çavuş şeref yüzbaşı’ya bağırdı :

- sör . tabancanız...

şeref hiddetle döndü, elinin tersiyle çavuşa vuracak oldu. ingiliz binbaşı araya girdi ve “tabancanız kalsın, mermileri boşaltınız yüzbaşı” dedi.
şeref hiddetle tabancasını çekti, ateş edebileceğini düşünen ingiliz askerleri silahlarını yüzbaşı şeref’e doğrulttular. şeref “altı patlar”ını gökyüzüne çevirdi, tambur pimini çekti, prinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermi iki metre yükseklikten yere boşaldı. kabzası laz işi, baba yadigarı tabancasını kılıfına soktu, asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti. hazırolda bekleyen 120 asker yumrukları sıkılı, dişleri kenetli, galiçya’dan hicaz’a, trablusgarp’tan fizan’a peşinden gittiği o mert adamın ağzının içine bakıyordu. bir emir verse, evet o bir emir verse bir avuç züppe ingiliz’i elleriyle boğabilirlerdi.

- şimdi dağılıyoruz arkadaşlar. sizleri 10 yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin. ama unutmayın bu iş daha bitmedi, bu millet esaretini yenmek için sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. hakkınızı helal eder misiniz?

bir an sessizlik oldu. elleri cebinde ve cebinde tuttuğu yuvarlak metal çerçeveli gözlüğü olduğu halde bekledi. bekledi, bekledi... birliğin çavuşu bir adım öne çıktı ve:
- bizim helalimiz seninle şehit düşmektir komutanım.

şeref’in gözlerinden hiç de istemediği halde iki damla yaş süzüldü, ellerinde tuttuğu gözlük tuzla buz olmuştu. avuç içi kanıyordu ve daha sert bir sesle bağırarak :
- hakkınız helal midir bana?

****

yağmur yağıyordu. gökyüzündeki martılar birkaç dakika önce yaşadıkları gökgürültüsünden beter bir “helal olsun.” sesinden duydukları ürküntüyü üzerlerinden atamamışlardı.
kan damlaları dolmabahçe’den beşiktaş’a doğru birer metre aralıklarla şeref’i takip ediyorlardı. neden sonra elinin kanadığını farketti. dolmabahçe sarayı harem dairesi ardındaki yüksek duvarın altında omuzundaki yıldızlı apoletleri söküp eline sardı. kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızları kıpkırmızı oluverdiler.

şeref bey sabahın yağmurlu hüznünde beşiktaş’a vardı. balıkçı kahvesinde oturmak istedi ancak “hırpani halim bir türk subayına yakışmaz” diyerek sahile indi. oturup tekne altını onaran balıkçıyı seyre daldı. kan çanağına dönen gözlerinin ardında fırtınalar kopuyordu. sırtına dokunan elle irkildi. kafasını kaldırdı. biraz önce teknesini onarırken seyrettiği denizci bir şeyler söylüyordu. ama şeref duyamıyordu onu. sararmış dişlerine bakarak denizcinin, anlamaya çalıştı söylediklerini.

- asker aga, asker aga ?
- efendim
- okuman, yazman var mıdır?
- evet. hayrola?
- agam be teknenin adını yazsan olur mu?
- tamam. nedir teknenin adı?
- kardelen
- sevgilinin adı mı?
- hee... nerden bildin?

harp okulunda aldığı “hat” dersi ilk kez işine yarıyordu. şeref osmanlıca ve bir kardelen şekline benzer motifle yazdı tekneye genç denizcinin sevgilisinin adını; “kardelen”

- aga, kardelen mi bu şimdi? ya aga çok güzel oldu. sana borçlandım şimdi ben.
- bir gün ödersin. nerelisin sen?
- inebolulu’yum. istanbul’daki rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz. rumlar lakerda mı, lekarda mı ne diyorlar. fener’i dönerken teknenin altını vurdum. burada onarıyorum. kısmetse öğlen namazı tekneyi indirip inebolu’ya yelken basacağım.

yüzbaşı şeref akaretler yokuşu’ndan osmanoğlu konağı’na yürüdü. konağın kapısını müstahdem açtı.
- şeref beyim, hoşgelmişsin
bjk divan kurulu üyesiydi. eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında da kalecilik yapıyordu. şeref konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. kısa çatı camının altına oturdu. tabancasını çıkardı. cepkenindeki enfiye kutusunu eline aldı. kutuyu kulağına götürüp iki salladı. sedef kakmalı enfiye kutusu tıkırdamaya başladı. kutuyu açtı, içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. kurşunu çizme derisine süre süre iyice parlattı. kurşunu tabancasının tamburuna sürdü, tamburu hızla çevirip kapattı. kırlaşmaya başlayan şakaklarına götürdü.

“affet” dedi.
tik... boş
tik... boş
tik... boş

kapı hiddetle açıldı. ahmet fetgeri içeri girip dördüncü kez tetiğe basmakta olan şeref’in elindeki silahı kaptı. şeref kendinden geçmiş bir durumda ağlamaya başladı.

- ne yapıyorsun sen, delirdin mi şeref ?
- ...
koltukaltından tutup şeref’i aşağıya indirdi. sade kahve ile birer sigara içtiler.

“herşey bitti” dedi şeref.
“daha değil” dedi fetgeri. “dün akşam mustafa kemal ve arkadaşları istanbul’u terkedip anadolu’da mücadeleyi başlatmak için gemiyle samsun’a doğru yola çıktılar”
gözleri parladı şeref’in. birkaç dakika önce azraille rus ruleti oynayan o değildi sanki. bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi aklından. “nasıl giderim ben de?” dedi.
“çok zor. salmazlar seni istanbul’dan” dedi fetgeri. çaresiz hissetti şeref kendini. birden kardelen geldi aklına. kardelen vardı ya inebolu’ya giden. “neden olmasın?” diye söylendi. “dur cellalenme hemen” diyen fetgeri’ye kardelen’i anlattı.
“dostum fındık kabuğu kadar bir tekneyle gidemezsin oralara. sakin olunuz, bir çare düşünürüz elbet” dedi fetgeri. artık şeref’i durdurmanın imkanı yoktu. yukarı çıktı, üç beş parça eşyasını bez asker torbasına sıkıştırdı. iki dost sarıldılar.
“ha, unutmadan bu torbayı da al, lazım olur belki” dedi fetgeri. “nedir bu?” diye sordu şeref. “denize açılıncaya kadar sakın açma” cevabını aldı.

kardelen denize inmiş, yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi denizci :
- tayfa lazım mı?
gözleri ışıldadı genç denizcinin.

- buyur agam. ama hayırdır, nereye?
- senin gittiğin yere, hatırlarsan bana borcun vardı, ödeşmiş oluruz.

*****

kardelen, anadolu feneri’ni geçip karadeniz’e yol alırken, şeref erguvanlara son kez baktı. erguvanların güzel renklerini ingilizler’e bırakıyordu.
yaralı elini karadeniz’in az tuzlu temiz sularında yıkadı. temiz bir bez parçası aradı sarmak için. fetgeri’nin verdiği çantanın düğümünü açtı. içinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. bu bez olur diye açtı bezi ve kardelen’in içine bir futbol topu yuvarlandı. gözlerine inanamadı. bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek sakladıkları “ertolhd” marka, içten lastikli pahalı futbol topuydu. “ah be. fetgeri” dedi içinden ve güldü.

arasıra esen sert rüzgar ve serpiştiren yağmura rağmen şile açıklarını neşeyle geçtiler. ağva limanında gece demirlediler. lakerdanın satılmamış kısmıyla, mısır ekmeği ve erik rakısı akşam yemekleriydi. gece denizci gence beşiktaş’ı, ahmet fetgeri’yi ve bu futbol topunun hikayesini anlattı hiç susmadan. şeref çok içtiği rakının ardından yüzüne doğan yakıcı güneşle uyandı.

kardelen, pazarbaşı burnunu aşmış, karasuya doğru yelkenleri doluyordu. kardelen’in genç reisi asiye tüküsünü söylüyor, tekneyle yarışan yunuslara mısır ekmeği atıyordu. arasıra “kardelenim, sevdiğim”e benzer mırıldanmalarla yavuklusunu anıyordu. ertesi gece akçakoca, diğer gece amasra limanında yattılar. yüzbaşı şeref denizciliği de öğrenmeye başlamıştı.

amasra limanı çıkışı denizci hayıflandı. “hava patlayacak agam” şeref baktı, baktı. keyifli ve güneşli bir 19 mayıs sabahından başka bir şey göremiyordu. önemsemedi.

teknedeki topun bir o yana, bir bu yana gittiğini gören şeref başını kaldırdı. deniz tarafı tamamen kararmıştı ama daha öğlen bile olmamıştı.
“karadan neden bu kadar uzaklaştık?”diye sordu şeref.
“agam, kaba dalga vuruyor, burnu çevirdim”

bir süre sonra yağmur eşliğinde öyle bir fırtına başladı ki, şeref’in midesi dışarı çıkarcasına istifra ediyordu. “yelken ipinden uzak dur agam, ayağına dolanmasın” dedi genç adam. bir büyük dalga geçti üzerlerinden. sonra bir daha, bir daha. dümen tutan avuçları ezilmişti denizcinin. şeref yelken ipini tutmaya çalışsa da bir süre sonra direk kopup, denize düştü. denizcinin çığlığı bardaktan boşalırcasına yağan yağmura karıştı.

“agam ipi sal”

şeref duyamadı, tekne boyunun beş katı bir dalga sancak tarfından tekneyi alabora etti. dalga çukurunun dibindeki tekne denizin altında kaldı. denizci büyük bir çeviklikle kendini yukarı itip sudan çıktı.

yüzbaşı şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı karanlık dibe doğru hızla batıyordu. yarım dakika dibe hızlı gidiş, ayağından çözülen iple durdu. artık tekneden kurtulmuştu ama üzerindeki ağırlık onun yüzeye çıkmasına mani oluyordu.

bulanık denizde gözleri açık çırpınırken, yanından geçen beyaz birşey gördü. bu, yukarı doğru hızla çıkan ertolhd marka futbol topuydu.
bjk ‘nın gol yemez kalecisi “panter” şeref topa doğru uzandı, uzandı...

kerempe burnu’nda baygın yatan genç denizci ve yanında ertolhd marka futbol topu dalgalarla birlikte salınıyordu. genç denizci yüzünü paramparça eden kayalıkların üzerine çıkıp bağırdı :

“agam . agam.”
yüzbaşı şeref hayatının golünü karadeniz’in soğuk sularında yemişti. topa yetişememiş ve karanlık sular onu dibe doğru sürüklemişti. elbet karadeniz onu anadolu’ya verecekti.

mustafa kemal’in ardından kurtuluş mücadelesinde yer almak için anadoluya geçen yüzbaşı şeref ‘ten tam 17 yıl sonra 19 mayıs 1936’da şeref’in takımı beşiktaş jimnastik kulübü, 19 mayıs’ta kutladığı spor gününün her yıl “atatürk’ü anma gençlik ve spor bayramı”olarak milletçe kutlanması için önerisini atatürk’e sundu ve kabul edildi.

öneriyi beşiktaş jimnastik kulübü adına veren ahmet fetgeri bey’dir.

ahmet fetgeri’ye 1924 yılında bir hanım gelir ve bir torba bırakır. ahmet bey kadının getirdiği torbadan çıkan topa bakar ve kadına sorar.

- nedir bu bacım?
- istiklal savaşında şehit düşen kocamın vasiyetiydi, size vermemi istedi.

ahmet bey sorar:
- adın ne bacım?

kadın yanıt verir.
“kardelen” ''
@Özgür arkadaşımızın paylaşımıdır.

Gec oldu ama okudum ya yeter bana tesekkurler @Çağrı

Çevrimdışı 8bir

Bu hikayenin yazarı Göksel DUYUM dur. 2000 li yılların başında www.siyahbeyaz.net sitesinde yazan Yüreği gibi kalemi güzel bir gönül adamı. Kulelerin dibindeki Müzenin oluşmasında siyahbeyaz.net in büyük katkıları olmuştur. Müze için Bir spor çanta yapıp içine beşiktaşla ilgili bir kaç parça eşya koyup ücret karşılığı satıp müze yapımında kullanıldı. İnşaatından temizliğine kadar bir çok Beşiktaşlı GÖNÜLden çalışmışlardır.
Bu forumdada bu yazıyı görünce birden eskilere gittim.
BEŞİKTAŞ lı olunmaz, BEŞİKTAŞ lı doğulur................

Çevrimdışı b.damatoglu

Bu yazı bana kadim Anadolu söylencelerinin modern versiyonu gibi gelir.

Anadolu'da binlerce Pir Sultan, binlerce Yunus Emre yaşamıştır. Her köy,  her yöre kendi Pir Sultan,  Yunus hikayelerini üstüne ekleye ekleye, hayallerinde efsaneleşetirerek anlatmışlar.

Kardelen de bizim Şeref Beyimiz'in efsaneleştiği, hikayemizdir. Binlerce yıllık geleneğin devamı gibidir.

Bizim Şeref Beyimiz kah balkanlarda kurtuluş mücadelesine katılmış, kah Anadolu-Avrupa arasında silah taşımış, kah Kuvvai Milliye'ye destek yolunda can vermiş...

Bu hikayeler Beşiktaşlılığı yaratmış bir yandan da Beşiktaşlılık bu hikayeleri yaratmış...

Var olsunlar....

SM-G900F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi


Etiketler: